Kulaklarını dolduran müziğe eşlik ederek eve döndü. Bahçeye girdiğinde Mars’ın ev kapısının önünde durmuş bir şeyi kokladığını fark etti. Kaşlarını çatarak ona yaklaştı.
“O ne oğlum? Çağatay’ın kokuşuk ayakkabılarıyla mı oynuyorsun yoksa yine?”
Ama yanına varınca Mars’ın kokladığı şeyin ayakkabı olacak kadar küçük olmadığını fark etti. Şaşkınlıkla dudakları aralandı. Mars’ı tasmasından tutarak yavaşça kenara çekti. Tereddütle titreyen elleriyle kutuya uzandı.
Kutunun içinde ne olduğunu biliyordu, aşinaydı çünkü. Yıllarca sabah akşam taşımıştı. Gözü gibi bakmıştı. Bilinçsiz bir hareketle zedelemekten korktuğu için geceleri yatakta sarılamadığından bunun gibi bir kutuya koyup baş ucunda tutardı.
Derin bir nefes çekerek elini kutunun siyah kumaşında gezdirdi sonra da iki eliyle kavrayarak kendine yaklaştırdı. Yaptığı her hareket kalp atışlarının düzenini bozuyordu. Midesi düğüm düğüm olmuştu.
O an bunu buraya kimin koyduğunu hiç düşünmüyordu. Şüpheyle yaklaşmıyordu. Sadece içindekine ulaşmak istiyordu fakat çekiniyordu, korkuyordu.
Eli fermuara gitti ve yavaş hareketlerle açtı. İçindekiyle karşılaşması için sadece kapağı kaldırması gerekiyordu. Ama yapamıyordu. Eli kutuda öylece kalmıştı, bekliyordu. Gereken cesareti bulamamıştı içinde. Ona saatler gibi gelen bir süre boyunca öylece durdu. Sonunda gözlerini yumdu ve Hadi Belma dedi içinden. Yapabilirsin.
Ağır hareketlerle kaldırdığı kapağın altından çıkan kalbini acıtmıştı. Duyduğu özlemin kokusunu burnunda hissediyordu sanki. Titreyen elini dokunmaya kıyamıyormuşcasına tellerde gezdirdi. Bu ufak dokunuşlarla aşka gelen tellerin titreyişiyle Belma’nın nefesi kesildi. Ne kadar olmuştu? Yedi yıl… Dile kolay.
Onu sanki bir bebek taşıyormuş gibi kavradı yavaşça. Sarsmamaya dikkat ederek kutudan çıkardı. Gözünde daha değerli bir şey yoktu o an için. Kucağına alınca kalp atışları hızlanmıştı. Ağırlığını hissetmek onu anılarına sürüklemişti. Bu güzeldi. Tanıdıktı. Fakat aynı zamanda acı doluydu.
Aklına gelen anılarla gözleri dolunca başını iki yana sallayarak onları zihninden kovmaya çalıştı ve dikkatle kutusuna geri bıraktı. Kutuyu eline alarak doğruldu.
Kim bırakmıştı onu? Kalp atışlarını normale döndürmek için derin nefesler alırken bu soru kafasında yankılandı, yerde ufak bir kağıt dikkatini çekti. Mars düşürmüş olmalıydı. Kutuyu tek eliyle sararak notu yerden aldı. Okuduğu satırlar merakının daha da perçinlenmesini sağlamıştı.
Umarım bir gün ben de canlı olarak dinleyebilirim ve gözlerine bakarak alkışlayabilirim.
Bu da ne demekti? Kim ona böyle bir ‘hediye’ bırakırdı ki?
Yazıya tekrar baktı. Kesinlikle tanıdık değildi. Yumuşak hatlı, hafif eğik ve m’lerin kuyruğunun olduğu bu güzel yazı bir yabancıya aitti.
Bir yabancı neden kapısına bunu bırakır ve not yazardı? Bir şekilde onu tanıyan biriydi belli ki. Peki, neden ismini yazmamıştı? Durduk yere neden böyle bir şey yapmıştı? Bir an için ailesinden şüphelendiyse de bu ihtimalin imkansıza yakın olduğunu fark etti. Ailesi onun kesin hayır cevaplarını alınca yıllar evvel teklif etmeyi bırakmıştı çünkü.
Kaşlarını çatarak etrafına bakındı. Elbette kimseyi göremedi. Zaten yazan kişi adını belirtmediğine göre kendini gizlemek istiyordu, sokaktan onu izleyecek hali yoktu. Gizli kalmak istiyorsa böyle bir riske girmezdi. Bakışlarını kutuya geri çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Fincan Kahve ve Biraz da Gökkuşağı
FantasiaBelma'nın sakin bir hayatı, memnun olduğu bir düzeni ve henüz oluşturamadığı hayalleri, idealleri var. Düşkün olduğu kitaplardaki gibi ufak müdahale sonucu bu sabitler değişime uğruyor. Yeni komşuları nasıl insanlar? Ya basket takımının kaptanı? Ş...