Multimedya : Afra ve Ilgaz'ın gittikleri yer
Gözlerimi aralamadan önce ilk hissettiğim boynumun tutulduğuydu sanırım. Daha sonra gözlerimi yavaşça araladım. Ve yıllarca aklımdan çıkmayacak bir görüntüyle karşılaştım. Ben Ilgaz'ın kucağında uyuyakalmıştım! Hemen ayaklanmamla birlikte kafam arabanın üstüne çarptı, sinirle inledim.
- Ahhh!!
Bu cırlayışım Ilgaz'ı uyandırmaya yetmiş hatta artmıştı bile .
- Sana da günaydın küçük cadı.
Yavaşça esneyerek doğruldu. Hemen yan koltuğa atladım ve gözlerimi kapatıp bunun bir rüya olmasını diledim. Sessizce mırıldanmaya başladım. " Allah'ım lütfen rüya olsun, Allahım lütfen gerçek olmasın. Allah'ım sen konuyu biliyorsun amin."
- Seni duyabiliyorum ufaklık.
Gitgide derine batıyordum sanki. Biz dün sarılarak uyuyakalmıştık. Aptal kafam böyle bir herifle nasıl uyuyakalabilirdim? Hemen üzerime baktım. Kedili pijamalarım üzerimdeydi,güvendeydim. Bu kez de o pijamalarla olduğuma inanamamış, neredeyse ağlayacaktım. Gözlerimi ovuşturdum, fakat elime gelen siyahlıkla duraksadım. Hemen arabanın önündeki aynayı indirmemle, panda yavrusuyla karşılaşmam bir oldu. Tüm makyajım suratıma dağılmış, kırmızı rujum yanaklarımda, siyah maskaramsa burnuma akmıştı. Kendime inanamıyordum. Dönüp Ilgaz'a baktığımdaysa kahkaha atarak güldüğünü gördüm. Uyuz bu halime bile gülebiliyordu! Açıklama bile yapmasına izin vermeden arabanın kapısını açtığım gibi eve doğru koştum. Apartmana yaklaştığımda Ilgaz'ın sesi duyuluyordu.
- İstersen Vietnam'a kaç, ben o yüzü dün geceden beri ezberledim. Utanmana gerek yok küçük cadıı!!
Dediklerini duymazdan gelerek anahtarı çevirip eve girmeyi planlıyordum ki dört köşeli jetonum geç düştü. Anahtarım arabada kalmıştı, kahretsin! Sanki o kadar yolu ben koşmamışım gibi yavaş yavaş utana sıkıla arabaya doğru ilerlediğimde nihayet lanet olası yol gözükmüştü. Çaktırmadan kafamı kaldırdığımda onu gördüm. Arabanın camını aralamış, flamingolu anahtarlığımı sallıyordu. Dudakları alayla kıvrılmıştı.
- Bunu mu arıyordun ufaklık?
Daha ne kadar rezil olabilirim ki diye düşünüp arabaya doğru ilerledim. Cama eğildim ve tam anahtarlığımı alacaktım ki elini içeri doğru geri çekti.
- Cık,cık olmaz.
Sinirle soluyordum, yüzündeki zafer sırıtışı sinirlerimi bozmuştu.
- Ver şu anahtarlığı Ilgaz.
Ukala bir şekilde kafasını iki yana salladı.
- Tek bir şartla, küçük cadı.
Üstelemeden sordum.
- Ne aptal herif , söyle de gideyim artık.
- İlk önce benimle bir yere geleceksin.
Kalbim hadi gidelim dese de zihnim onu durdurdu. Hiçbir yere gitmeyecektim. Ama ya durumu zorlaştırırsam ne olacaktı? Mağlup olarak arabaya bindim.
Bu mağlubiyet onu sevindirmişti. Anahtarlığımı bana uzattı, ve sonra radyoda şuanki halimize uyan ve nedense anlamsızca bir anda sevdiğim bir şarkı açtı. ( multimedya ) Ve gaza bastı. Doğru dürüst tanımadığım bir adamla , bilmediğim bir yere gidiyordum.
Çalan şarkı moralimi yerine getirmişti, Ilgaz arabayı kullanırken ben de çalan şarkının sözlerini mırıldanıyordum.
« Tut elimi , burdan gidelim.
Olmaz demeden dinle beni bi.
Rüzgarım söndü, dindi ateşim.
Ah bebeğim ben hala deliyim.
Sen yokken ne gece ne de gündüz
Ne ay var ne tek bir yıldız
Heryer karanlık ve ıssız
Göremiyorum »
Dönüp baktığımda Ilgaz'ın gülümseyerek bana baktığımı gördüm. Ben de bakışlarımı ona sabitledim. Benim baktığımı anlayınca hemen normal haline dönmüş, gülümsemeyi bırakmıştı. Ama çok geçti, yakalanmıştı. Az ilerde küçük bir markette durup bişeyler aldı ve bagaja koydu. Yaklaşık bir saatlik bir araba yolculuğundan sonra sonunda durabilmiştik. Arabadan indiğimde nutkum tutulmuştu. Yüksek bir arazi olduğunu geldiğimiz eğimli yollardan anlamalıydım. Arabadan indik, Ilgaz arabanın bagajından birkaç battaniye çıkardı ve yere serdi. Marketten aldıklarını da oraya yerleştirdiğinde ben hala manzaraya bakıyordum. Sonbaharı bu denli gösterişli yapan kaç mekan kalmıştı ki? Güneş daha yeni yeni doğuyor, gökyüzüne adeta görsel bir şölen sunuyordu .Oturdum ve kahvaltı etmeye başlamıştık. Ben hala neden bana iyi davranmaya başladığını sorgular gibiydim. Böyle güzel yerleri nasıl buluyordu?
- Beğendin mi ?
- Beğenmek az kalır inan bana. Ben bayıldım resmen.
Gülümsedi. Güneş asıl o an doğdu sanki günyüzü görmemiş karanlık mabedime. Onu seviyordum, bunu biliyordum. Ama onun düşüncelerini okumak çok zordu. Bir anı, bir anını tutmuyordu. Gerçekten çok zor bir karakteri vardı, buna emin olmuştum. Onun yüzü en güzel manzaraydı. Ve ben bi güzel manzarayla başlamıştım güne. Yavaş yavaş kahvaltıyı yaptığımızda biraz oturduk öylece. Ne kadar öyle hareketsiz kaldık bilmiyorum. Saat ilerlemişti, kalkma vakti gelmişti. Herşeyi toplayıp arabaya atladık ve evin yolunu tuttuk.
Nihayet evimi görebildiğimde arabayı durdurdu. Ona ne diyebileceğimi bilmiyordum. Belki de sadece teşekkür etmeliydim. Ona doğru döndüm.
- Teşekkür ederim, ben gerçekten çok iyi vakit geçirdim.
Bana doğru yaklaştı ve eğildi. İçimden olamaz beni öpecek diye düşünürken o yaklaştı ve sonra geri çekildi. Saçlarımı koklamıştı! Yüzümden engelleyemediğim gülümsememle ona döndüm ve görüşürüz dedim.
- Görüşürüz ufaklık.
Kapıyı kapatıp koşarak eve girdiğimde karne almış bir çocuk kadar heyecanlıydım. Bu heyecanın tanımı yoktu, varsa da adı Aşk'tı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yanardağ
Romance"Bazen yüreği sıkışıp, boğazına kadar yükseliyor ve nefes almasını engelleyecek bir yoğunluğa erişiyordu. Sanki bir an daha geçerse patlayacakmış gibi hissediyordu kendini, sanki bir yanardağ oturuyordu göğsüne. Bir iç çöküntüsüydü bu."