Medya yine en sevdiklerimden ^.^
"Sizi neden ilgilendiriyor benim yaşamım? Neden bana böyle kafayı taktınız Tanrı aşkına?" Bir anlık sinirin verdiği dalgınlıkla ona döndüm. Gerçekten onu ilk defa böyle inceleme fırsatım olmuştu. Aslında dediği kadar yakışıklıydı.
Hemen kafamı tekrar çevirecekken çenemi tutmasıyla gözlerimi kaçırıp, ellerimi yumruk yaptım.
"Benden kaçma işte! En çok da bu ağırıma gidiyor!" Konuşurken çenemi sıkmasıyla gözlerimi kapattım. O an yeni durduğum gözyaşlarımdan biri usulca sağ yanağımdan süzüldü.
Çenemdeki elini çekip sağ yanağıma uzandığında kafamı geriye doğru çektim. O da sanırım bana doğru geliyordu çünkü nefesini yüzüme vurmaya başlamıştı. Bu adam ne yapıyordu?!
Onu engelleyecek bir şey düşünürken, ki çok kötü senaryolar kurmuştum, aklıma gelen fikirle hemen kafamı yere eğip, ayakkabımın bağcığını düzelttim. Tahmin ettiğimden daha bir sapıktı. O da geri çekilirken nefesini dışarı vermişti. Ve arabayı çalıştırmıştı. Kahkahasını duyduğumda bağcıklarımla olan işimi bitirip, doğruldum.
Sonra direksiyonu aniden kırmasıyla ona doğru savruldum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
"Bak işte, sen de benden uzak duramıyorsun." Yerimden tekrar doğruldum ve nereye gittiğimizi çözmeye çalıştım.
Geldiğimiz yolu geri dönerken, evime giden yola girdi ve ilerlemeye başladı. Artık bizim mahalleye girdiğimizde onu ben yönlendiriyordum.
Bizim sokağın bir alt sokağını tarif ettim. Eğer Chanyeol veya Namyoung evdeyse ki, muhtemelen saat geç olduğundan evdelerdi, beni soru yağmuruna tutarlardı. Tarif ettiğim yerde araba durdu. Ben tam kapıyı açacakken kolumu tuttu. Ben de kucağıma aldığım çantamla ne diyeceğini bekliyordum.
"İyi de burası senin evin değil." Kurduğu cümleyle gözlerim pörtledi. Nereden biliyordu evimi? Yoksa...
Kolumu tutuşundan kurtardım. Ve ön camdan dışarı baktım. "Evimi nereden biliyorsunuz?" Sesimde şüphe kırıntıları vardı. Boğazını temizledi.
"Seninle bir barın önünde karşılaştık ya, işte o bar bu sokakta değil." Ses tonu biraz kısık gelmişti ve her zamanki gibi öz güvenli bir şekilde konuşmuyordu.
"İlla o barın bulunduğu sokakta mı oturmam gerekiyor? Belki de o sokakta bir işim vardı?" İyice şüphelenmeye başlamıştım ve konuyu kurcalamadan gitmenin bana bir yararı olacağını sanmıyordum, zaten bu zamana kadar da bir yararını görmemiştim.
"İyi de o market bu sokakta değ-" Ne dediğini kendisi de duymuş olacak ki, hemen sustu.
Ben de daha fazla böyle bir adamla aynı ortamda durmak istemediğimden, arabadan indim.
Hemen, sokak kapısının arasına bir taş koyulup, sonuna kadar açık bırakılmış bir apartmana girdim ve içeride beklemeye başladım. Şansıma şükrediyordum.
Arabanın pahalı lastiklerinin yolda kayma sesinin ardından arkasında bir toz bulutu bırakarak gözden kayboldu.
Ben de derin bir nefes verip, dışarı çıktım. Bu adam nasıl bir sapıktı böyle? Beni takip eden veya ettiren adam, Min Yoongi miydi?
Eve geldiğimde Namyoung üstüme atladı.
"Nerede kaldın, ya?! Bak Chanyeol açlıktan yumurtaları çiğ çiğ yemeye başladı. Ayı yine işten kaçmış, dünkü hazırladığımız yemekleri silip süpürmüş. Hayır, anlamıyorum, patronu neden bu kepçeyi kovmuyor?" O konuşurken montumu çıkarmıştım ve ona doğru uzatmıştım.
O sırada burnundan soluyan ve elinde kırılmış bir yumurta tutan ve yumurtanın beyazı parmaklarının arasından akan Chanyeol, mutfak kapısından başını çıkardı.
"Namyoung! Ben sana kaç kere diyeceğim, kepçe diye bir kelime kullanmak yasak diye?" O, cüssesiyle hızlı adımlarla Namyoung'un üstüne yürürken, Namyoung hala elinde tuttuğu montumu kafasına siper edip, duvara sindi. Ben de montumu korumak için önlerine geçtiğimde Chanyeol elindeki kırık yumurtayı öbür eline aldı ve eline akmış tüm yumurtayı, yüzüme sürdü.
Ya bir de ağzını kenarından çiğ yumurta akıyordu! Bunca zaman nasıl baş etmiştim bu ikisiyle, anlam veremiyordum.
Ağzının kenarından akan yumurta sarısını alıp, Namyoung'un üstündeki montuma sildi. Sonra da tuttuğu gibi montumu yere attı.
Namyoung'un bacaklarını, kendi bacağıyla sarmaladıktan sonra, kafasına yumurtayı vurdu ve kırılan yere baş parmaklarını sokup, yumurtanın içinde ne kaldıysa Namyoung'un başına döküp, yaymaya başladı.
Ben de bugün yaşadığım tüm üzücü durumlara rağmen kahkahalarla gülmekten artık kendimi yere atmıştım.
"İğrençsin, Chanyeol!" Namyoung, bacaklarını Chanyeol'den kurtarmaya çalışırken bir yandan da Chanyeol'e engel olmaya çalışırken, kafasına dökülen yumurta sarısıyla artık öyle bir hal almıştı ki, gülmekten nefessiz kalmıştım.
"Ya, Joohyun! Ne gülüp duruyorsun orada? Sen de yumurta getir de şu devin-" Chanyeol'un ağzına yumurta sürmesiyle lafı yarda kalmıştı. Ben de kafamı yarım yamalak sallarken hızla buz dolabına doğru koştum. Bir yandan da gülüyordum.
"Sen getirene kadar öldüm burada! Orada değil, mutfak tezgahının üstüne koydu hepsini bu ayı-"
Bu sefer de Namyoung'un ağzına saçlarını soktu Chanyeol.
Ben de aldığım tüm yumurtalardan birini mutfak kapısından tam Chanyeol'un kafasına attım. Chanyeol kafasını tutup, Namyoung'u bırakırken, Namyoung'un halini görmemle yine kahkaha atmaya başladım.
Chanyeol tam sadist bakışlarını bana çevireceği sırada kapı zili duyuldu.
"O kadar gürültü yaptınız ki, tüm mahalleyi başımıza topladınız." Chanyeol kapıya doğru ilerleyip, bir yandan söylenirken onu durdurdum.
"Bu kılıkla mı açacaksın kapıyı? Çık, ben açarım." Elimdeki yumurtaları Chanyeol'e verip, kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişi, bu gün ne kadar gülebildiysem, hepsini kursağıma dizen kişiydi.
Merhaba, arkadaşlar! Kitabın gidişatı ile ilgili yorumlarınızı, aklınıza takılan noktaları sorabilirsiniz ^.^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Nook Street (✔)
FanfictionYaşadığı olaylardan dolayı erkeklerden çekinen Bae Joohyun'un narin ve kırılgan bir kalbi vardı. Min Yoongi'nin ise geçmişinde yaşadıklarından dolayı sahip olduğu, onu sert ve acımasız yapan bir sendromu. "Sana yaşattıklarım için özür dilerim, Joohy...