Elimi hızla çekip, yutkundum. Bugün ne oluyordu böyle Tanrı aşkına?
O sırada ,Yoongi Bey, Daniel'i itti ve üstüne çıkıp, Daniel'i boğmaya kalkıştı. Ben orada durmuş, titrememi durdurmaya çalışıyordum.
"Ne yaptın lan sen?! Nasıl dokunabilirsin ona?!" Bu sefer Daniel'i doğrultup, duvara fırlattı. Çalışanlar ise sadece bakıyorlardı.
Tam elini kaldırıp, yumruk atacakken, hızla yerimden doğrulup, Yoongi Bey'in beline kollarımı sardım. Hastalığı yüzünden ne kendisine, ne de başkalarına zarar vermesini istemiyordum.
"Durun, lütfen." Havada kalan eli, yumruk olup, yanına düştü. Ardından ateş saçan gözlerle bana döndü ve çenemi tuttu.
"Ne o? Daniel'ine vurmam zoruna mı gitti?" Ve bir daha hayatımda duymak istemeyeceğim bir şekilde kahkaha atmaya başladı. Benim amacım, sadece onu korumak iken, onun böyle davranması bende deja vu etkisi yaratmıştı.
"S-Siz ne diyorsunuz? Ben, sadece sizi korumak istemiştim." Şu an tüm çalışanlar bize bakarken, daha çok sinirlenmemesi gerekiyordu.
"Beni korumak istemiş. Hah!" Alayla gülüp, yüzünü kaşıdıktan sonra yüzünü ciddileştirip çalışanlara döndü.
"Meslek hayatınızın bitmesini istemiyorsanız, defolun!" Tek bir bağırışıyla, Daniel dahil tüm çalışanlar kaybolurken, bana doğru döndü.
Hızla bana doğru yürüyüp, bileğimi tuttu ve peşinden sürüklemeye başladı.
"O geri zekalının kim olduğunu, nereden tanıştığını, neden sana bu şekilde davrandığını ve neden onu koruduğunu anlatacaksın!" Hışımla şirketten çıkıp, arabasına doğru yürüdü.
"A-ama Chanyeol-" Geride kalmış, ona ayak uydurmaya çalışırken sordum. Aniden bana doğru dönerek, tuttuğu bileğimi var gücüyle sıktı.
"Sana ne ondan?!" Kapıda güvenlikler dahil herkes bize bakarken, derince yutkundum. Bileğim acıyordu.
Bu sefer neredeyse yerde sürükleyecek bir şekilde arabaya doğru götürdü. Gerçekten ona yetişemiyordum.
Beni yolcu koltuğuna fırlattıktan sonra hızla yanıma oturdu ve ellerini direksiyona koyarak, başını ellerinin üstüne koydu.
Kıpırdadığım an beni öldürecekmiş gibi hissettiğimden olduğum yerde durarak onu izlemeye başladım.
Burun çekme sesi geldiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Yine mi ağlıyordu? Nasıl bir ilaç kullanıyordu?
"B-ben... b-ben sa-sana dokunmaya kıy-kıyamazken.. o sana nasıl do-dokunabilir?" İçini çeke çeke, ağlamaya başlamasıyla, onu bu hale getiren en büyük etkenin ben olduğumu bilmek, omzuma tonlarca yük yükledi. İlaçların onu böyle aciz ve çaresiz yapması ise daha odadayken yeni kurutmuş olduğum göz yaşlarımı geri getirdi.
"Yoongi Bey, ağlamayın, lütfen." Gözlerim dolmuş bir şekilde konuştuğumda sesim titremediği için şükrettim.
Kafasını koyduğu direksiyondan kaldırıp, arabayı çalıştıracağı sırada hızla onu kendime çekerek sarıldım. Şu an, ikimizin ihtiyacının olduğu şeyin bu olduğuna hayatımda hiç bir şeyden bu kadar emin olmadığım kadar emindim.
Kafasını göğsüme koyup, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir yandan da montumu avucunun arasına almış sıkıyordu. Benim ise ona sarıldığım an, gözyaşlarım geri gitmişti.
Ellerimi korkakça kaldırıp, saçına götürcekken, fazla ileri gideceğimi düşünüp, geri indirdim.
Bir süre ağladıktan sonra, sakinleştiğinde, artık göğsümde durmasından rahatsız olup, geri çekilecekken, belime kollarını sardı. "Lütfen, biraz daha böyle kalalım. Bu fırsat, elime bir daha geçmez nasıl ol-olsa." Sonlara doğru bir kere daha hıçkırınca bir ağlama vakasını daha kaldıramayacağımı hissettim.
Kedi gibi biraz daha sokulup, gözlerini kapatarak yüzünü cam tarafına çevirdi ve kokusu arabanın içini doldurdu. Bu hareketiyle zaten hızlı atan kalbim, iyice hızlanmaya başladı. Dikkatimi dağıtacak bir şeyler ararken, yüzünü gördüm. Şu an, yüzünün yarısını yakından görebiliyordum ve gerçekten yakışıklı bir yüzü vardı. Kalbimin hızını yavaşlatacak bir şeyler ararken, onun göğsümde uzanırken, kalbimin daha çok hızlanması, utançtan arabaya karışmamı istetecek cinstendi.
"Saçlarımı okşar mısın?" Başını kaldırıp, kan çanağı olmuş gözlerle ve hala yüzündeki yaşlarla sorduğunda yutkunarak, titreyen elimi kaldırdım. Şimdi içinde bulunduğumuz durum zaten kalp ve ruh sağlığım için tehlikeliyken, ne yapacağımı bilmiyordum.
Beklentiyle bakıp, gözlerini kırpıştırmaya devam ederken, yüzüme küçük bir tebessüm yerleştirdim ve başımla onayladım. Elimi saçlarına koyduğumda elimin karıncalandığını hissettim. Elimi oynatmaya başladığımda gözlerini tekrar kapattı.
"Biliyor musun, küçükken annem saçlarımı hiç okşamadı. Zaten yüzümüze bakacak vakti bile olmuyordu." Dediği şeye gerçekten üzülmüştüm. Annem ve babam, ben burada üniversite okurken, ani bir kararla başka bir ile taşınmaya karar vermişlerdi ve yolda bir kaza sonucu vefat etmişlerdi.
Gözlerim yine dolmaya başladığında, bir an psikolojimin bozulduğunu düşündüm. Çünkü gün içerisinde tam üç kez gözlerim dolmuştu.
Gözümden hınzır bir gözyaşı firar edip, Yoongi Bey'in, gözünden damlayan gözyaşına düştü. Yoongi Bey, gözlerini yavaşça açıp, yerinden doğruldu. Gözlerimi baş parmaklarıyla sildi ve ardından sildiği yerleri tüy gibi hafif bir şekilde öptü. Ben de sadece gözlerine bakıp, tebessüm ettim. Bu sefer kızmayacaktım veya karşı karşı çıkmayacaktım. Bu sefer benim de hoşuma giden şeylerin sınırlarımı geçmesine izin verecektim. Ben, Min Yoongi'ye bir şans daha verecektim.
Merhaba, arkadaşlar! Bu bölüm, artık Joohyun'un, Yoongi 'ye pas vermesini isteyenlere gelsin. dkdklfldfdk O 'Bey' şeyinin de biraz zamanı var. Bölüm biraz kısa olmuş olabilir, affedin. ^.^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Nook Street (✔)
FanfictionYaşadığı olaylardan dolayı erkeklerden çekinen Bae Joohyun'un narin ve kırılgan bir kalbi vardı. Min Yoongi'nin ise geçmişinde yaşadıklarından dolayı sahip olduğu, onu sert ve acımasız yapan bir sendromu. "Sana yaşattıklarım için özür dilerim, Joohy...