"Bu kadar film yeter. Hadi artık uyuma vakti." dedi Chanyeol. Saat daha 10'du. Sanki annemizmiş gibi emirler veriyordu ve fazla korumacıydı. Chanyeol, Namyoung ve ben aynı evde kalıyorduk. Dolayısıyla kendini evin reisi gibi görüyordu.
Ben ve Namyoung mızmızlanarak odalarımıza giderken, Chanyeol de bizim odamızın karşısındaki kendi odasının kapısının arasından kafasını çıkarmış, içeri girmemizi bekliyordu.
Ben, Chanyeol ve Namyoung liseden beri arkadaştık. Aslında başlarda Chanyeol'ün bu şekilde davranmasına sinir olurduk fakat, bu mahalleye taşındığımızdan beri böyle davranması işimize gelmeye başlamıştı. Çünkü oturduğumuz sokak bu şehrin en kötü sokaklarından biriydi. Her çeşit pislik vardı ve bunların nedeni ise buralarda çok sayıda lüks barın bulunmasıydı. Sokağımızın döküntü olup, barların lüks olmasına biz de anlam veremiyorduk.
Yatağa girerken Chanyeol'ün de odasını kapısını kapattığını duydum. Ve yatağa yayılarak uyumaya çalıştım.
-
"Joohyun." Biri bana sesleniyordu ama gözlerimi açamayacak kadar uykum olduğundan tekrar uyudum.
"Joohyun!" Kolumun cimdiklenmesi ile yataktan zıpladım. Baş belası Namyoung ve işleriydi işte.
"Ne var Namyoung? Ne?" Kısık sesle soruyordum çünkü Chanyeol her an uyanabilirdi.
"Şey... ııı... ben şey olmuşum da karnım ağrıyor, şey de kalmamış." Gözlerim duyduklarımla birlikte dehşetle açıldı. Namyoung'un regl olması demek, 5 gün boyunca hizmetçilik demekti. Şimdiden başlıyorduk işte.
( Burada araya girmek zorundayım maalesef, bakın güzel kardeşlerim kimse regl olmak kötü vb. bir şey demiyor, karakterin yapısı böyle. Bu ne duyar kasmaktır, biraz kendinize gelin ya. Yok 'babama ped aldırıyom,' yok 'bundan da utanılır mı ben erkeklere regl olduğumu söylüyom' söyle güzel kardeşim, söyle de bundan bize ne, sen hikayeyi oku, beğenmediysen çık git ya. Normalde bu tür araya girmelerden hiç hoşlanmam yapmam da, ama dayanamadım.)
Ped bitmişti ve Chanyeol'e aldıramazdık. Bu da benim Casper gibi evden süzülerek çıkmam ve barların önünden geçerek, marketteki sapık çocuktan şey almam demek oluyordu.
Bu işin üstesinden hakkımla gelirsem, Namyoung'dan bir gün benim yerime çalışmasını isteyecektim. Bu hayatta her şey karşılıklıydı.
"Bıktım senin şu beş günlük işkencelerinden." diye sızlanarak yavaşça odamın kapısını açtım. Parmak uçlarımda yürüyerek, montumu aldığım gibi evden pijamalarımla çıktım. Zaten bu saate kimse de olmazdı ve olanlar da adını unutacak kadar kendinden geçmiş olurlardı.
Ellerimi cebime soktum ve kafamı önüme eğerek hızlıca yürümeye başladım. Şu ana kadar laf atan biri olmadığı için şükrediyordum ki, birine çarptım. Hala kafam eğikken ayakkabılarından bir erkek olduğunu anlamıştım. Asla erkeklere -Chanyeol hariç- bakamazdım, hele ki bu kişi yabancı ise.
Sessizce "Özür dilerim." dedikten sonra tam hızlıca yoluma devam edecekken,
"Hey sen! Bekle bekle!" diye bağırmasıyla durdum. Anladığım kadarıyla sarhoş değildi ki ben sarhoş olup olmayanı profesyonelce ayırt edebilecek seviyeye gelmiştim.
Önüme geldiğinde "Kafanı kaldır." dedi. Asla kafamı kaldıramazdım. Beni böyle durumlara sokan Namyoung'u boğmak bile istedim o an.
Çenemde hissettiğim soğuk ellerle bir adım geri gittim. Çenemi sıkarak, kafamı kaldırdı. O anki şaşkınlıkla, yanlışlıkla gözlerine baktım. Göz göze geldiğimizde donup kalmıştı. O an en son ne zaman Chanyeol dışındaki bir erkeğin gözlerine bu kadar uzun süre baktığımı hatırlayamadım. Barın loş ışıkları yüzüne vuruyordu fakat gözlerindeki ifadeyi görememiştim.
Başım eğikken, kafamı bırakması için sağa sola salladım. "Lütfen, bırak." dediğimde ellerinin gevşediğini hissettim. Ben de faydalanarak çenemi kurtardım.
"Adın ne?" dediğinde sorusunu yanıtsız bırakıp, ellerimi tekrar cebime sokarak hızla markete doğru gitmeye başladım.
Markete ulaştığımda, içeride sapık çocuğu gördüm. "Ooo,"dedi iğrenç sesiyle uzatarak. "Siz marketimize teşrif eder miydiniz, Joohyun Majesteleri?" Sonra bulunduğu kozmetik reyonundan çıkıp, yanıma geldi.
Yüzüne bakmadan, onun çıktığı kozmetik reyonuna girdim. Elime geçen iki paketi alıp, kasaya gittim.
Bu sefer de kasadaydı. Aldığım şeyi görünce bir kaç saniye duraksayıp, bön bön bakmaya başladı. Sonra kasadan geçirdi.
"İsteseydin evine getirirdim, dilsiz prenses. Gece gece gelmene gerek yoktu. Ya da boş ver, her ne kadar yüzünü göremesem de burada olduğunu görmem iyi oldu. İstersen seni evine bırakabilirim." dedi poşetle yaparken.
Parayı uzattığımda; "Benden olsun, Joohyun" dedi. Sesinden sırıttığı belli oluyordu. Ben de parayı kasanın önüne bırakıp, marketten çıktım.
Bu çocuktan gerçekten korkuyordum, takıntılı gibiydi. Adımı bile biliyordu. Ben daha yüzüne doğru düzgün bakamamıştım.
Poşeti montumun cebine tıktım ve hızlı hızlı yürümeye başladım. Yine o barın önünden geçerken karşı kaldırımdan yürüyordum. Arkamdan taşa takılma sesi duydum. Yine her zamanki sarhoşlardan biridir, diye düşünerek yoluma devam ettim. Bu sefer burun çekme sesi ve adım sesleri de eklenince adımlarımı her an koşmaya hazır bir şekilde hızlandırdım.
Evin kapısını açtığımda karşımda sinirden burun delikleri kocaman olmuş bir Chanyeol ve onun arkasından mahcup bir şekilde bakan Namyoung'u gördüm.
Yeni bölümü attım sonunda. Bu hikaye benim ilk kurgum olduğu için hatalar, gözden kaçırdığım noktalar olabilir. Onları da inşAllah sizin de yorumlarınız ile en aza indirmeye çalışacağım. Diğer kitabıma da bakabilirsiniz. Hoşçakalın! ^.^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Nook Street (✔)
FanfictionYaşadığı olaylardan dolayı erkeklerden çekinen Bae Joohyun'un narin ve kırılgan bir kalbi vardı. Min Yoongi'nin ise geçmişinde yaşadıklarından dolayı sahip olduğu, onu sert ve acımasız yapan bir sendromu. "Sana yaşattıklarım için özür dilerim, Joohy...