"Getir dosyaları ve defol." Yoongi Bey, anlını ovuşturarak konuşmuştu.
"Sen ne arıyorsun burada? Özlettin kendini." Yine ağzını yaya yaya konuşmasıyla Yoongi Bey, hızla ayağa kalktı ve sandalyesi devrildi. İçeri giren çocuğa doğru yürüdü.
"Sana ne lan, Müdür bozuntusu? Ver şu dosyaları ve akşama kadar şirketin 1950 yılından itibaren olan tüm gider dosyalarını tekrar düzenle." Hışımla dosyaları elinden aldı. "Şimdi defol."
Çocuk, hızla kapıya doğru yürüdü ve sinirle odadan ayrıldı. O sırada Yoongi Bey, masanın üstündeki telefona doğru uzandı.
"Muhasebe, Kang Daniel'in çıkışını ver hemen." Çocuğun adını sonunda hatırlamıştım ama çocuğu neden kovuyordu?
"Neden kovdunuz, Yoongi Bey?" Kaşlarımı çatarak sorduğumda baktığı kağıtlardan kafasını kaldırdı.
"Bunu gerçekten soruyor musun? O çocuğun seni tanıması bile onu öldürmem için bir neden." Bu yüzden mi kovmuştu işten? İş bulmanın kolay olacağını mı sanıyordu? Hele ki böyle bir şirketten kovulmuşken?
"Bakın, Yoongi Bey. Eğer böyle saçma bir nedenden dolayı o çocuğu şirketten atarsanız, ben de giderim."
Alayla güldü ve masasından tekrar kalkıp, bana doğru gelmeye başladı. Önümde durdu ve ellerini cebine soktu.
"Haydi ya? Git istersen, diğer arkadaşların da bizimle çalışıyor ama. Ne yapsak ki?"
"Umurumda mı sanıyorsunuz? Böyle bir şey yaptığınızı onlara anlatsam, onlar da işlerinden ayrılır, merak etmeyin." Koltuktan kalkarak kapı tarafına doğru ilerlemeye başladım.
Arkamdan bir kırılma sesi gelmesiyle olduğum yerde durdum.
"Hah! Bir geri zekalı için şirketi, arkadaşlarını ve beni mi bırakacaksın?" Yavaşça bana doğru gelmeye başladı.
Ben de korkudan geri geri gidiyordum çünkü ilk iki düğmesi açılmış gömleği, sinirden kıpkırmızı olmuş gözleri ve elinden damlayan kanla çok korkunç duruyordu.
"Benden korkuyorsun ama her yerde bir tanıdık erkek çıkıyor karşına. Peki, bunun için bir açıklaman var mı?"
"Y-Yoongi Bey, sakin olun, lütfen. Bakın, eliniz kanıyor." Adımlarını hızlandırdı ve bir andan gelip, çenemi tuttu.
"Umurunda mı?! Beni umursuyormuş gibi yapma! Herkese bakıp, gülüşürken, benim yüzüme bile bakmaman yeterince canımı sıkıyor zaten." Çenemi aşırı sıkıyordu. Hemen onu sakinleştirecek bir şeyler yapmalıydım.
"T-tabi sizi umursuyorum, Yoongi Bey. Haydi, gelin şu elinize bakalım." Her ne kadar gözlerimi kaçırmaya çalışsam da içten gülmeye çalışmıştım. Ellerini anında gevşetmişti.
Bileğinden kaldırarak elini avcumun içine aldım ve misafir koltuğuna oturttum. Şu an sinirli hali gitmiş, yerini şaşkın bir ifade almıştı.
"İlk yardım çantası nerede, Yoongi Bey?"
"Alt kattaydı." Oflayıp, saçlarını karıştırarak sormuştu.
"Ben alıp, ge-"
"Gerek yok. Ben gider, elime baktırırım. Sen bu odadan çıkma." Bana üzgün bir ifadeyle bakmıştı. Nedenini bilmiyordum ama sinirlenmiş olmanın aksine, morali bozulmuş gibiydi.
Masaya doğru ilerledi ve kravatını taktı. Ceketini de giydikten sonra telefona uzandı.
"Muhasebe, Daniel'in çıkışını iptal et." Telefonu hızla yerine koyduktan sonra odadan çıktı ve dışarıdan kapıyı kilitledi. En azından o çocuğu geri işe almıştı.
Kapıyı kilitlemiş olması her ne kadar moralimi bozmuş olsa da, umursamamaya çalışarak odanın içini gezmeye başladım.
Gözlerim masanın üstündeki laptopa kaydığında, bunun geçen gün çalışma masasının üstünde gördüğüm bilgisayar olduğunu anlamıştım.
Uzun bir süredir aklımı karıştıran fakat, son iki gündür baya bir harlanmış olan sorular tekrar gün yüzüne çıktı.
Biligisayara bakıp, bakmamak konusunda çok kararsızdım ama geçen gün de böye bir kararszlık yaşamıştım ve en sonunda zarfı açtığımda Yoongi Bey ile ilgili çok büyük bir bilgi elde etmiştim.
Masaya yöneleceğim sırada kapıdan kilit sesi geldi.
Hızla misafir koltuğuna oturdum ve ellerimle oynamaya başladım.
Yoongi Bey, içeri girip, ceketini çıkarıp, astıktan sonra gömleğinin kollarını sıvadı ve bilgisayarda bir şeyler yapmaya başladı. Ellerini bandajlamıştı. Artık kendine zarar vermeye bile başlamıştı. Belki de, annesine dediği gibi ilaçlar bir işe yaramıyordu.
Sendromu aklıma geldiğinde kendisiyle konuşmayı düşündüm fakat, nereden öğrendiğimi sorabilirdi.
Aklıma gelen fikirle boğazımı temizleyerek ciddileşip, Yoongi Bey'e doğru döndüm.
"Yoongi Bey, Shakespare'i sever misiniz?" Bilgisayardan başını kaldırdı ve alayla gülerek arkasına yaslandı.
"Ne oldu? Konuşmadın, konuşmadın. Şimdi de edebiyat mı yapacaksın?" Ellerini birbirine kavuşturarak daha büyük sırıttı.
"Sadece merak etmiştim. Bu aralar bir kitabını okuyordum da."
"Yani, lisedeyken baya bir okumuştum."
Beklediğim cevabı verdiğinde gözlerinin içine bakmaya başladım. "Peki, Othello'yu biliyor musunuz?"
Yüzündeki gülümseme anında silinirken, gözlerini kırpıştırıp, öyle derin bir yutkundu ki, tüm odada yutkunma sesi duyuldu.
"N-Neden soruyorsun? Bilmiyorum!" Hızla masadan kalktı ve odadan çıktı.
Bu sendroma sahip olduğunu ben de biliyordum fakat, bir umut öyle olmamasını dilemiştim ama öyleydi.
Yine odada yalnız kalınca gözlerimi odada gezdirdim ve bilgisayarı görünce kurumuş dudaklarımı ıslattım. Bakıp, bakmama konusunda hala kararsızdım ama eğer bakmazsam, gece uyuyamayabilirdim.
Ne olursa olsun diyerek bilgisayara doğru ilerledim ve yönünü kendime doğru çevirdim.
Masa üstüne baktığımda üzerinde 'ÖNEMLİ' yazan bir klasör gördüm. Klasöre tıkladığımda içeride yüze yakın dosya vardı. En alta indiğimde üzerinde 'J' harfini bulunduğu bir klasör daha gördüm.
Tek harf bulunan dosya adı, o olduğundan ona tıkladım ve burada da iki tane klasörle karşılaştım. İçlerinden birine tıkladığımda gördüğüm manzara ben de öyle bir şok etkisi yaratmıştı ki, titremeye başlamıştım.
Merhaba, arkadaşlar! Olaylar çözülmeye başlıyor. Gidişatla ilgili fikrinizi belirtin, lütfen ^.^
Çevirmekte olduğum 'Boss' adlı kitabıma da bakmayı unutmayın ^.^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Nook Street (✔)
FanfictionYaşadığı olaylardan dolayı erkeklerden çekinen Bae Joohyun'un narin ve kırılgan bir kalbi vardı. Min Yoongi'nin ise geçmişinde yaşadıklarından dolayı sahip olduğu, onu sert ve acımasız yapan bir sendromu. "Sana yaşattıklarım için özür dilerim, Joohy...