*düzenlendi.
Kapıyı üçüncü kez tıklattım.
Teyzem, ben içeri girince uyuyakaldığı sandalyesinde biraz daha doğruldu, dağılan saçlarını düzelti ve yeniden kafasını neredeyse eskimekten kırılacak hale gelen sandalyeye yasladı. "Bu iş gerçekten sıkıcı."
Raflarda duran kitaplara bakarken gülümsedim. Psikoloji okumak kadar sıkıcı olan bir şey varsa, o da psikolog olmaya çalışmaktı sanırım. Her gün Sam'in olağanüstü dertlerini dinlerken kendimi dipsiz bir kuyuya düşüyormuş gibi hissediyordum. Belki de ona ailenin neredeyse yarısının psikolog olduğunu ve benimde hepsinin mezun olduğu üniversitede psikoloji okuduğumu söylememeliydim.
"Galiba beynimi az önce buzdolabında unuttum." dedim. Gözlerim kapanmamak için direniyordu.
Gülme sırası ona geçtiğinde hiç durmadı ve ayağa kalkarak bir sigara yaktı. Kısa kestirdiği saçları nedeniyle ne zaman ona arkadan bakacak olsam, annemin hiç sevmediğim erkek kardeşine benzetiyordum. Onu sevmiyordum çünkü... O psikolog değildi. Ah, ne kadar mantıklı.
"Lee bugün senin bir hastanın olacağını söyledi."
"Aslında hastam sayılmaz. Sam yakını olan bir hastaya senden bahsetmiş ama kendisi psikologla görüşecek kadar deli olmadığını söylemiş." Açık bıraktığı camdan içeri süzülen havayı içime çekerken söyledim.
"Galiba psikologla görüşmek için deli olmak gerektiğini düşünüyorlar."
"Sanırım." Dedim, omzumu kaldırırken. "O yüzden ben konuşacağım. Hem ne tecrübesizim, ne de psikoloğum."
"Kendi halinde takılan bir yavru kaplumbağasın." Israr etmelerime aldırmadan bana yanaştı ve saçlarımın ortasına sulu bir öpücük bıraktı. "İyi şanslar."
" Teşekkür ederim. Sanırım buna ihtiyacım olacak."
******
Sam, iki gün önce bir gece vakti aniden beni aramış, teyzemle görüşmek isteyen birilerinin olduğunu söylemişti. Aslında kasabamızda birçok psikolog vardı fakat görüşmek isteyen kişi, bu görüşmenin özel olarak kalmasını istiyordu. Bende rahatlıkla teyzemin bu durumun altından kalkabileceğini söylemiştim fakat dün gece beklenmedik anda aldığım bir telefon olayların tam tersine dönmesini sağlamıştı.
O kişi bir psikologla görüşmek istemiyordu. Herhangi biriyle görüşmek istiyordu.
Sam'e güvenip güvenemeyeceğimi bilemesemde bu işi kabul ettim. Henüz bir psikolog sayılmazdım ve gelen kişiyle kesinlikle işim dışında konuşmalıydım.
Daha çok arkadaş gibi?
Düşünülenin aksine arkadaşlık konusunda hiç iyi değildim. Kasabaya geldiğimizden beri sadece Sam ile iletişim kurabilmiştim. Onda ki tuhaflık ise her geçen gün beni doğru bir şey yapıp yapmadığım konusunda düşünmeye itiyordu ya, neyse.
Ben düşünceler denizinde sandal keyfi yaparken, teyzem tahta kapının arasından kafasını uzattı ve o kişinin geldiğini söyledi.
"Gelebilir." dedim, heyecanla yutkunurken.
Saniyeler sonra arkasından, şu ana kadar gördüğüm en uzun boylu, sarışın bir çocuk girdi. Ona çocuk demek doğru olur muydu bilmiyorum fakat kalkık burnu ve tek çizgi halini almasına rağmen dolgun gözüken dudaklarının diriliği beni buna düşünmeye itmişti. Kişilik analizi yapmayı pek beceremesemde insanlar hakkında kolayca birkaç yorum yapabiliyordum. Ancak çocuğun yüzünde ki ifadesizlik, beni sadece düşünmeye itmişti.
Ne yapıyordum ki ben ?
"Otursana." Gülümsemeye çalıştım. O da ifadesizliğini bozmadan geçip deri koltuklardan birine oturdu.
"Seni daha önce burada görmemiştim." dedi. Sesi tahmin ettiğim gibi kalın değildi fakat boğuk çıkıyordu.
"Yeni sayılırız."
"Galiba seninle sorunlarım hakkında konuşmam gerekiyor. Ama emin ol, ben deli değilim." Son cümleyi vurgulu bir şekilde söylediğinde geriye daha fazla yaslandım. O da deri koltukta rahat bir pozisyon buldu ve ceketinden sigarasını çıkarıp yaktı.
"Deli olduğunu düşünmüyorum. Bu arada ismin-"
"Bill."
"Ah, memnun oldum, Bill. Bende-"
"Anthea." Sözümü ikinci defa bölüyordu. Aslında sözümün bölünmesinden nefret ederdim ama onun tok çıkan sesi, beni susmaya zorluyordu. Heyecanlı olan bedenim eskimiş sandelyeyi titretirken, onun bir an önce konuşmasını ve arkasına dahi bakmadan bu odadan çıkıp gitmesini istiyordum.
"Sorun ne?" Beklemeden sordum. Daha fazla onu tanımaya çalışmak benim zaten eskiyen beynimi yoracak gibiydi.
"Ben-" doğruldu, siyah gömleğinin kolunu sıyırdı ve bileğinde kalan yaraları görmemi sağladı. Sadece izleri kalmıştı fakat hala canlılığını koruyorlardı."Ben kendime zarar veriyorum."
Sandalyeden kalktım, botlarımı hızlı hareketlerle yerde sürüyerek koltuğa oturdum ve profesyonellikten uzak bir şekilde yaralarına daha yakından bakmak istedim. Ancak o elini anında benden çekmişti.
"Bana dokunma."Gözlerinde tarif edemediğim bir duygu geziyordu. Korku? Endişe?
"Sana dokunmamdan korkuyor musun?" Kuruyan boğazımı temizlemek için yutkundum. O ise, benden kaçarken asla konuşmamayı tercih etti.
"Buna hafefobi deniyor. Bu fobiye sahip insanlar, başkalarının kendisine dokunmasını istemiyor veya bu durumdan korkuyorlar. Genelde bunu tetikleyen küçükken yaşanılan bir travma veya taciz-"
"Ben deli değilim."
Çaresizce beni izleyen gözlerine baktım. Kapıdan ilk girdiğinde gördüğüm o heybetli vücut bir anda küçücük koltuğa sığan bir çocuğa dönüştü ve ben hafefobi denen hastalığı da s*kip ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. Elbette bir travma geçirmişti. İnsanların ona deli muamelisi yapmaması için susuyor olmalıydı fakat kendine daha fazla zarar vermemesi için tedaviye ihtiyacı vardı.
"Her gün benimle burada buluşup konuşmaya ne dersin ? Bu bizim için bir ritüel olur ve böylelikle belki benimde kasabadaki arkadaş sayım artar."
Sözlerime karşılık gülümsedi. İfadesiz suratının bozulmasına sevinmeden edemedim."Olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
thin.|Bill Skarsgard.
Mystery / Thriller"Çünkü sen olmadığın zaman gerçekten aklımı kaybediyorum."