*Düzenlendi ve yeni kısımlar eklendi.
Benim güven ve ev gibi koktuğumu söylüyor
Ben onun gözlerinin adını ''Sonsuza dek'' ve ''Lütfen gitme'' koydum
Hep onun gündoğumu olabilirim, hep evet
Bu iyi olabilir, iyi olabilir
-Mary Lambert/She Keeps Me Warm.********
Sürekli araba geçtiği için aşınan ve taşlı bir patika haline gelen orman yolunun sonunda bir araç gözüktü. Bill olduğunu bilmesem kesinlikle babamın geldiğini düşünürdüm çünkü arabaları aynıydı. 1969 model Chevrolet Camaro. Klasik araba severlerin vazgeçilmezi.Onun gelişini böyle camdan izlemek garip durur muydu? bilmiyorum fakat fransızca öğretmeni olduğunu öğrendiğim andan itibaren onun gelmesini heyecanla bekler olmuştum. Ona bir sürü soru sormak, en sevdiği yazarlar hakkında konuşmak, şiir bilgilerini edinmek ve buna benzer sıkıcı şeyler yapmak istemiştim. Belki de arkadaşlığımız ilerlerse, benim sıkıcı hayatıma edebiyat bilgileriyle bir şeyler ekleyebilirdi.
Bill, evin önüne varıp, arabasından inince solgun beyaz tenini kirli camların arkasından daha net gördüm. Uzun bacakları resmen titriyor gibiydi. Evin çalışanları Will ve Lee'de fark etmiş olacaklar ki, mutfak kapısından çıkıp ona doğru koştular.
Bill uzaklaşırken, camı açtım. "Ona dokunmayın, lütfen. Geliyorum." dedim.
Büyük bir telaş eşliğinde tahta merdivenlere doğru koştum, ayaklarımın altında kırılıcakmış gibi gıcırdamasına aldırmadan mutfağa yöneldim ve aynı hızla ön bahçeye çıktım. Heyecanım yüzünden üzerimdeki beyaz gömleğimin, siyah süveterimin içinde sırılsıklam olduğuna emindim.
Bill'in endişeli bakışları anında benim gözlerimi buldu. "Sen iyisin değil mi Bill?" Uzaktan, katlı kolları sayesinde gözüken beyaz cildine göz gezdirdim. Yaraları orada duruyordu ve yenileri eklenmemişti.
Tanrıya şükürler olsun.
"Hayır." Burnunu çekti. Titreyen bacakları kendi ağırlığını bile zar zor kaldırırken, yürüyemediğini fark ettim.
"Beni burada bekle. Hemen geliyorum." Yeniden, adeta koşar adım mutfağa girdim. Ellerim, ani adrenalin yükselmesi nedeniyle titriyordu, mermer tezgahın üzerinde duran fırın eldivenlerini alıp bahçeye dönüp,
"Elimi tut." Dedim. Buna emin olup olmadığımı anlamak için gözlerime bakarken, içimde yanıp tutuşan endişeyi fark etmemesi için can atıyordum. Ben zaten olabildiğince güçsüz, kırılmakta olan bir dal gibiydim. Birilerinin beni ağaçtan ayırması yerine, kendi kendimi kesmeyi aklıma koymuştum fakat bazen, bazı kişiler buna engel oluyordu.Testere, şu an tamamiyle Bill'in elindeydi.
"Bunu yapamam." Korkunun fazla geldiği gözlerini, ellerime geçirmekte olduğum fırın eldivenlerinde durdurdu.
"Elimde eldiven var. Gözlerini kapat ve herhangi bir şeyi tuttuğunu düşün." Sözüm biter bitmez, beyaz uzun parmakları benim eldivenli ellerimin üzerine düştü. Elimin titrediğini hissederse ona asla güven veremezdim fakat nefesimi dahi dizginlememe rağmen ellerim az öncekinden daha fazla titriyordu. Ve zavallı kalbim, bedenimden çıkmamak adına savaş veriyor gibiydi.
Hiçbir şey söylemeden,- daha doğrusu ne söyleyeceğimi bilmiyordum- onu odaya oldukça yavaş olduğunu düşündüğüm adımlarla çıkardım. Uzun bedenini koltuğa yerleştirdikten sonra koşar adım odamdan getirdiğim battaniyeyi üzerine örttüm ve aramızda mesafe bırakarak koltukta yanına kuruldum. Elim, ellerini çektiği anda soğuk hava dalgasıyla sarılmıştı.
"Bana dokundu." İri dudakları titrerken söyledi. "Ona yapma dedim ama beni her zamanki gibi dinlemedi."
"Hey, sakin ol," Ona dokunmayı, omzunu sıvazlamayı, elmacık kemiklerinden süzülen yaşları avucumun içiyle silmeyi gerçekten çok istiyordum. Nefes alış verişlerinin kısık tınısının çok uzaktan gelsede kulaklarımı gıdıklıyaşını, battaniye nedeniyle sıcaklayan bedeninden yayılan ısıyı bile hissettiğime yemin edebilirdim.
İri gözleri bir an için dağılan saçlarımı süzdü. Bu bakışlardan sonra, onların berbat gözüktüklerine emin olmuştum. "Buradasın."
Sözlerinin beni utandırdığını fark etmesin diye kafamı dizlerime doğru eğdim. "Hep burada olduğumu biliyorsun."
"Şu an bana dokunmayı isterdin, değil mi ?"
Bu sorusuna nasıl cevap verileceğini bilmiyordum. Susmak gerekli, dedim kendi kendime. Susman gerekli. Her zaman yaptığım gibi bunda da susmalıyım ve görünmez olmalıyım. "Bende senin o dağılan saçlarını düzeltmeyi isterdim, Anthea. Böylelikle benim yanımda olduğun için sana teşekkür edebilmiş olurdum.""Bana teşekkür etmene gerek yok, Bill." -Çünkü bu benim işim ?-Gülümsedim. Ancak o, bu sefer gülüşüme karşılık vermedi.
"Sana çay yapacağım." Yerimden kalkıp, beni durdurmasına izin vermeden mutfağa indim. Onu orada tek başına bırakmak istemiyordum ama yanlış giden bir şeyler vardı ve benim tek kalıp düşünmem gerekiyordu.
****
Elimde tuttuğum çay tepsisiyle odaya geri döndüğümde, Bill üzerindeki battaniyeden çoktan kurtulmuş ve uzun adımlarını benim kitaplarla dolu raflarıma götürmüştü. Hemen arkasından bakıldığında dahi kusursuz gözüken sarı saçları artık tamamiyle dağınıktı, onu ilk gördüğümde bir yay misali gergin duran omuzları şimdi yer çekimine yenik düşmüş gibiydi.
İlgisini kendime çekebilmek adına, "İşte çaylarımız." dedim, yine titremekten bir türlü alıkoyamadığım sesimle.
O ise bir hışımla dönmüş ve onu gizli bir şekilde izlediğimi anlamışçasına mahcubiyetle gülümsemişti. "Sanırım benim bu kadar kitabım yok."
"Gözüne kestirdiklerin varsa, ödünç alabilirsin. Altını çizerek ödünç demek istiyorum çünkü kitaplarımın çoğunu böyle kaybettim." İçinde papatya çayı olan bardağı ona doğru uzattım ve kendime de bir kupa aldıktan sonra yine koltuğa oturdum.
Bill, artık bir gülümsemenin belirmeye başladığı narin yüzüyle bana baktı. "Senden ödünç alacağım çok şey var gibi gözüküyor, Anthea."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
thin.|Bill Skarsgard.
Mystery / Thriller"Çünkü sen olmadığın zaman gerçekten aklımı kaybediyorum."