Rahatsız yatağımın üzerinde bir tur daha döndükten sonra gözlerimi tamamiyle açtım ve boş odamı seyretmeye karar verdim. Gece lambam, hemen karşımda duran beyaz duvarı aydınlatıyordu. Duvar o kadar temizdi ki...
Diğer genç kızların yaptığı gibi hiçbir zaman oraya posterler asmayı düşünmemiştim. Odamı süslemek için eşya almamış ve makyaj masamın üzerini doldurmamıştım. Daha doğrusu, bir makyaj masamın olduğu da söylenemezdi.
Ben yaşlı bir ruha sahiptim ve bu duruma biraz daha müdahale etmeyecek olursam ruhum can verecekti.Telefonum etajerin üzerinde mesaj sesiyle titrediğinde hala boş duvarı izliyordum.
İstemeyerekte olsa telefonu aldım ve aniden parlayan ekrandaki tanıdık ismi görünce ister istemez gözlerimi devirdim.Sam:
Seninle konuşmam lazım, Anth.
Bahçede bekliyorum.Bu kıza gerçekten anlam veremiyordum. Galiba vermeyede çalışmayacaktım.
Ayaklarımı yataktan aşağı uzattım, eski parkede bir süre gezdirdikten sonra terliklerimi buldum ve arkabahçeye açılan kapıdan sessizce çıktım.
Sam, az ileride duran hasır koltuklardan birine serilmiş beni bekliyordu. Üzerine dar kot etek, gri payetli bir bluz giymişti ve gerçekten benim eski evimin yanında disko topu gibi gözüktüğünü söyleyebilirdim."Partiden geliyorsun herhalde." Yanına oturdum. O da başını telefonundan kaldırıp dişlerini görmemi sağlayacak şekilde gülümsedi.
"Evet... Fakat seninle daha önemli bir konu hakkında konuşmam gerekiyor."
Başlıyoruz.
"Hm... Sorun ne ? Eğer hala şu markette duran adamın sana baktığını düşünüyorsan, geçenlerde oradaydım ve banada aynı şekilde baktı. Sanırım gözlerinde bir problem var."
"Hayır, Anthea. Sorun Bill." Nedenini bilmediğim bir şekilde, ikimizde aynı anda yutkunduk. Benim aksime o önüne bakıyor, ojeli tırnaklarıyla uğraşıyordu. "Dün ona dokundum ve buna fena şekilde sinirlendi. Hastalığının ne olduğunu anlamıyoru-"
"Hafefobi," dedim sözünü bölerek. Başını kaldırdı ve gözlerime baktı. Dün Bill'in başına gelenlerin sebebi şimdi belli oluyordu.
"Her ne fobiyse işte ! Sevgilime daha ne kadar dokunamayacağımı bilmiyorum. Sence tedavisi yok mu ?"
Sam tiz sesiyle zırvalamalarına devam ederken, benim beynim tek bir cümleyi bozuk plak misali tekrarlayıp duruyordu.
Sevgilim, sevgilime, sevgilime dokunmak.
Bill ve Sam.
**************
Yol boyunca uzanan ağaçlara baktım. Dallarında ki birkaç baykuşun, keskin gözlerini ay ışığında net bir şekilde seçebiliyordum. Evler ise... Her zaman ki gibi sessizdi. November Town'dan korkmayı uzun bir süre önce bırakmış olsamda, insanların soğukluğu ve her daim sahip olduklarını ölüm sessizliği tüylerimi diken diken ediyordu.
"Hey," Arkamdan gelen tanıdık sesi duymama rağmen kafamı hiç çevirmeden yanıma gelmesini bekledim. Onunla karşılaşacağımızı elbette biliyordum. En azından, Sam öyle demişti.
Bir,
İki,
Üç,
Dört...
Aramızdaki mesafeyi kısa sürede kapatınca içimden, vay canına, dedim. Baya uzun bacaklar."Bu saatte dışarıda ne işin var ?" Bill meraklı yeşil gözleriyle beni baştan aşağı süzüyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordum ancak gözleri geceden daha karanlık, November Town'dan daha ıssızdı.
Heyecanla yüzümü tarıyordu, onunda sıklıkla benim yaptığım gibi, herhangi bir ifade kırıntısı aradığına emindim ama ona acıyla baktığını düşündüğüm gözlerim istediğini vermeyecekti. Dudaklarım tek çizgi halindeydi ve o hala umutsuzca beni süzüyordu."Sen ne yapıyorsan." diye yanıtladım.
"Camdan dışarıya bakıyordum ve senin zombi gibi gezdiğini fark ettim."
En azından birileri, gerçekte nasıl göründüğümü çözebilmişti ve bu kişinin Bill olduğuna sevinip sevinmemem gerektiğini bilmiyordum.
Ayakkabılarımda sabitlenen bakışlarımı yeniden yukarıya, yani Bill'in yüzüne çevirdim. Sokağı aydınlatan sokak lambasının altında neredeyse her ayrıntısı belli oluyordu.
Burnunun dikliği ve yukarı doğru olan kavisi üst dudağıyla uyumlu, burnunun yukarı ilerleyen tarafı ise orta halli kaşlarıyla doğru çizgideydi. Bakışlarının derinliği, gözlerimi ondan kaçırmak istememe neden oluyordu. Saçları dağınıktı ve rüzgar her esişinde onları alıp arkaya doğru savuruyordu.
"Hadi gel, Anthea. Sana bir kahve yapalım."************
Evi, sıcacıktı.
Ben siyah koltuklardan birine uzanmıştım ki, elinde kahve bardaklarıyla odaya girdi."Eskiden bizim lisede öğretmenlik yapıyormuşsun." Daha oturmasına izin vermeden söyledim.
"Doğru ya, bir an için senin bir Cadence olduğunu unutmuştum." Sırıttı. Fakat gülüşünde en ufak samimiyet kırıntısı bulamadım.
"Buraya neden döndün Anthea ?""Geçmişimi yeniden bulmak için."
"Ondan kaçtığını düşünüyordum," kahvesinden uzun bir yudum aldı.
"Kaçıyorum, Bill. Ama bazen durup soluklanmam, arkama bakmam ve geçtiğim yolları ezberlemem gerekiyor. Bir gün yeniden dönmek isterim diye. Çünkü, bir dairenin içerisinde olduğumu biliyorum. Ne kadar koşarsam koşayım, dönüp dolaşıp başladığım noktaya geleceğim. Ve ben başladığım noktadayım... November Town'da."
Sustu.
Uzun bacaklarını imkanı varmış gibi daha fazla öne uzattı ve televizyonda açık durduğunu yeni fark ettiğim müzik kanalını değiştirerek biraz sesini açtı.
Biz yavaş yavaş kahvelerimi yudumlarken, sessiz evin içinde bize Damien Rice eşlik etti.*Eski sandıklar, duvardaki bir çatlak gibi gizlerler kendilerini.
Önce küçüktür ve zamanla büyür.
Ve daima, birinin yardımına ihtiyacımız var gibi görünürüz.*"Sevgilin ve arkadaşların varken, neden bir başkasıyla konuşmayı tercih ettin ki ?"
Derin nefesler almaya başladı. "Onlar neden böyle olduğumu, beni neyin bu hale getirdiğini biliyorlardı. Ama senin hiçbir şeyden haberin yoktu."
"İçimden bir ses, hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi söylüyor. Değil mi ?"
"Doğru tahmin, Anthea."
Y/N: biraz yorum fena olmazdı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
thin.|Bill Skarsgard.
Mystery / Thriller"Çünkü sen olmadığın zaman gerçekten aklımı kaybediyorum."