Tuhaf.
Harry eğer son bir haftasını tek bir kelimeyle tanımlayacak olsaydı, bu kelime kesinlikle 'tuhaf' olurdu.
Ve bu tuhaflık Louis'nin onu öpmesiyle başlamıştı. Sonsuzluk gibi hissettiren sıcak bir öpüşmeden sonra, Louis elbette kaçmıştı. Evden çıkıp arkadaşına gitmiş ve o gece eve dönmemişti.
Gece boyunca Harry aralarındaki şeyi düşündü. Louis'yi elbette seviyordu. Her şeyden önce Louis onun çocukluğuydu. Bütün en güzel anılarında o vardı. Ve en kötülerinde de.
Ama Harry o gece şunu fark etti; Louis ile birlikte olamazdı. Aralarında bir ilişki olması Harry'i yıpratırdı çünkü Louis en ufak bir engelde kaçıyordu.
Ertesi gün Louis eve döndü tabi ki ama bu aralarındaki ilginç havayı dağıtmadı. Bir hafta boyunca kahvaltı ve akşam yemeği dışında hiç yan yana gelmemeye çalışmışlardı. Birbirleriyle tek kelime bile konuşmamışlardı.
Böyle geçen haftanın sonunda, aniden her şey normale döndü. Louis sabah Harry'nin yatağının başına 'Akşama doğru eve geleceğim, alışverişe çıkalım.' diye not bırakmıştı. 10 dakika önce de 'Birazdan eve geliyorum hazırlan' diye mesaj atmıştı.
Harry de aralarında hiçbir problem yokmuş gibi sakince üzerindekileri değiştiriyordu işte. Birlikte alışveriş yapmaları çok normalmiş, hep yaşanıyormuş gibi.
O uzun kollu tişörtünün alt kısmını çekiştire çekiştire merdivenlerden inerken zil çaldı. Son iki basamağın üzerinden atlayarak kapının önüne geldi, saçlarını sallayıp düzene soktu ve kapıyı açtı.
Louis, elleri ceplerinde, kapının pervazına yaslanmış bir şekilde bekliyordu. Harry onu görür görmez duvara asılı olan anahtarı eline alarak evden çıktı.
"Neden montunu giymedin?" diye sordu Louis apartman merdivenlerinden inerken. "Hiç değilse kazak giyseydin."
Harry önce üstüne baktı, sonra Louis'ye. "Zaten azıcık yürüyeceğiz ya, bir şey olmaz." dedi ama apartmanın kapısını açtığı anda soğuk hava yüzüne vurdu. Bazen Kanada'da olduğunu unutuyordu işte.
Louis onun yüzündeki 'donuyorum' ifadesini görünce "Hadi git evden montunu al da gel." dedi. Harry ise başını iki yana salladı, haksız olduğunu kabullenmek istemedi. Sadece ilerlemeye devam etti.
Soğuk havada 10 dakika yürüdükten sonra ikisi birlikte süpermarkete girdi. Louis hemen bir alışveriş sepeti aldı ve Harry ile beraber rafların arasında dolaşmaya başladı.
"Akşam yemeğini yedin mi?" diye sordu mavi gözlerini etrafta gezdirirken. Harry "Yedim." dedi. "Sen aç mısın? Yemek yapmadım bugün ama istersen eve gidince hazırlarım."
Louis başını iki yana salladı. "Gerek yok, ben de tokum." dedi ve elini Harry'nin omzuna koydu. "Akşam maçı evde mi izleriz? Ona göre biraz alıştırmalık depolayabiliriz."
Harry kısaca "Olur." deyip onun dokunuşundan kaçmak için raftaki paketli yiyeceklere yöneldi. Louis mecburen elini çekti ama yine de Harry'nin omzu yanıyordu.
Aptal kalbi Louis'ye karşı koyamıyordu. Kahretsin.
Harry ona bakmamaya ve temas etmemeye çalışarak tahıl paketlerine baktı. Bir kutu mercimek alarak sepete attı.
O sırada Louis aklına gelen fikirle onun önüne atladı. "Hey! Hadi sepetin içine otur. Eskiden öyle yapardık, en sevdiğimiz şeydi."
Harry için olaylar gittikçe anlamını kaybediyordu. Kanada'ya taşındıklarından beri Louis ilk defa ona bu kadar sevecen davranıyordu ki, bunun sebebi de kendisini affettirmek istemesiydi. Birini öpüp evden kaçarsanız, affedilmek için böyle maymunluklar yapmak zorunda kalıyordunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TRY NOT TO GET MARRIED
FanfictionSaat 20.11'de, iki genç ailelerinden duydukları bir cümleyle hayatlarının en güzel anını yaşadı. "Seni Kanada'da okutacağız!" 20.12 ise hayatlarının en sinir bozucu anıydı. "Kuzeninle beraber okuyacaksınız." Harry ve Louis, annelerinin "Bi...