8.bölüm - İlk Randevu

197 10 7
                                    

Arkadaşlar yine ve yeniden İzmir'deyim :) Bu yüzden yeni bölümün zamanı geldi diye düşündüm. Daha erken yükleyecektim fakat ilk başlarda hikayeye fazla özen göstermediğim için bazı bölümleri düzelttim. Geri dönmesi gerekenlerden bunun için özür dilerim ./ Bunun dışında 30 Ağustos itibariyle başlayanlar geri dönmek zorunda değiller.

    Sonunda William'ı bulduum :D Multimedia Will. Bunun için yardım eden kişiye çok teşekkürler, bir bölümü ona ithaf edeceğim :) Ama bu bölümü Wattpad'de sevdiğim yazarlarda biri olan ve açıkçası oradan buradan bana ilham vermiş olan birine ithaf etmek istiyorum :) @lousalomee teşekkürler umarım bir gün harika bir senarist olursun !!

     Bölüm için oylarınızı heyecanla bekleyeceğim, gayet uzun bir bölüm oldu ve bir şey daha var. Kapak için shop yapabilecekler acaba bana mesajla ulaşabilirler mi? Ben bu konularda hiç iyi değilim sadece telefon shopları anlarsınız işte .s

Şimdiden teşekkürler iyi okumalaar :)

İki gün sonra sabah-cumartesi sabahı-onu California Santa Cruz’un sakin sokaklarından birinde bekliyordum. Birden yanımda belirdiğinde irkildim. “Ödümü patlattın.”
“Ah. Senin de bir şeylerden korkabildiğini bilmiyordum.”
“Yüzündeki aptal sırıtışı kes de gidelim.”
“Evet. Nereye gidiyoruz?”
“Eve.”
Yanımda yürürken kaşlarının çatıldığını fark ettim. “Bütün gün evde mi olacağız?”
“Evet. Ne bekliyordun? Seninle romantik bir gün geçirmemi mi?” Kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerine baktım. “Üzgünüm sevgilim ama bunlara vaktim yok.”

"Sadece beni ilk randevudan eve atman biraz şaşırtıcı o kadar." Sersem gülüşü yine yüzündeydi, ama elimden geldiğince ters baktım ona.
“Peki bütün gün evde ne yapacağız?” Kaşları çatıldı.
Duraksadım. Gerçekten ne yapacaktık? Dudağımı ısırdım. “Evde internet var.”
Kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Sersem gülümsemesi ve mavi gözleri-nedendir bilmiyorum-değişik hissetmeme neden oldu. “Daha önce birileriyle çıktın değil mi? Yani en ufak bir birliktelik de olur. Hani internet dışında bir şeyler yapılabileceğini de biliyorsundur.”
Ah hayır. Hayır, hayır, hayır. Lütfen bu konuyu hiç açma. Ne olur açma. Şuan bunu konuşabileceğimi sanmıyorum. Tabi ki birilerinden hoşlandım ve tabi ki bir kalbim var, fakat birliktelik? Hayır. O kişilere hiç yetemedim. Asla onlar kadar havalı olamadım. O zamanlar sadece saf bir cadıydım ve ailemin ölümüne kadar sadece büyülerle meşguldüm. Hoşlandığım kişiler yüzüme bile bakmıyorlardı. Bakmazlardı da zaten. Ben sadece garip biriydim ve açıkçası ailemin ölümünden sonra da kimseyi umursayacak halim kalmamıştı. Hepsi bana dışarıdan bir grup aptal gibi görünürlerken normal insanlarla arkadaş bile olamıyordum ve açıkçası Jack ve ailesi olmasa gerçekten yapayalnız kalacaktım. O günlerde hoşlandığım çocuğa karşı olan ilgim hala canımı yakıyordu fakat çok çabuk geçti. Çünkü ben çok daha büyük bir acı yaşamıştım ve açıkçası o saatten sonra kapıma gelse bile onunla birlikte olamazdım. Tabi ki gelmedi. Diğerleri gibi.
Kolumu geri çekerken hızla kızarmadan edemedim. “Dışarıda neler yapıldığını biliyorum aptal. Sadece seninle ne yapılır onu bilmiyorum. Bilmem de gerekmiyor. Çünkü bu sadece bir formalite, bir günden ibaret unuttun mu?” Duraksadım. Sonra gözlerimi kırpıştırıp dudağımı ısırdım. “Belki de randevu bitene kadar yiyişmeliyiz.”
Gözlerini devirdi ve bir şok ifadesinin ardından sinirli bakışlar geçerken “Ben kime söylüyorum ki?” diye homurdandı.
Evimin olduğu sokağa yürürken onun gri v yakalı bir tişört giydiğini ve açıkçası beyefendinin kaslarını hiç de saklamaya çalışmadığını fark ettim. Sanki “Biz buradayız, gelin dokunun bize!” diye bağırıyorlardı. Bağırmak ne kelime? Resmen haykırıyorlardı! O benim baktığımı fark etmeden başımı çevirebilmeyi zor başardım.
Altında da koyu mavi bir kot vardı ki, açıkçası ona yakışmıştı. Bense hiç özenmemiştim. Her zamanki bordo-siyah kareli gömleğim ve siyah, paçalarını katladığım kotum vardı. Yanımda bir çanta bile yoktu. Sadece telefonum ve küçük boy kulaklığım. Birden kolunu omzuma atınca tüm vücudum gerildi ve yüzüne baktım.
“Ne yapıyorsun?”
“Seni bilmem ama ben biriyle birlikteyken onun yanında asker arkadaşı gibi yürümektense ona sarılmayı falan tercih ederim.”
Gözlerimi kıstım ve omzuma attığı elindeki parmaklarını parmaklarıma geçirdim. “Ne romantiksin öyle(!) Haklısın, unutmuşum. Böyle daha iyi değil mi?”
Dudakları bir tüy gibi şakağıma değerken sesini kalp atışlarım arasından zor bela duydum. “Hmm. Evet.”
Yutkundum. Şuan öfkemin dışarı çıkmasına ya da içimde tutup patlamasına izin vermek istiyordum. Ama bu lanet bir randevuydu ve sağ salim, benden ayrılmamasını sağlayarak geçirmem gereken yaklaşık on-on iki saatim vardı. Acaba dışarı da dolansak daha mı iyi olurdu?
Eve kadar böyle yürüdük. İçimden bir ses sürekli başka biri olsa bu kadar heyecanlanmazdın deyip duruyordu ve bu sesin susması için kendimi bile gırtlaklamaya hazırdım.
Eve girerken kapım kendi kendine açılınca sevincek oldum ve aslında ilk defa okuldan birini eve getirdiğimi fark ettim. Dönüp tedirgince evi süzen William’a baktım.
“Kimse yok mu?” diye sordu.
“Ailem öldü, unuttun mu? Ben şu ailesinin ölümünü izledikten sonra ortalardan kaybolan müthiş küçük cadıyım.”
Alnı kırıştı ve elinde olmadan mırıldandı. “Bunun için üzgünüm.”
Kendimi kanepeye atarken televizyonu açtım. “Sorun değil. Ben bunları atlattım.” Homurdandım. “Bana acıma.”
Gelip yanıma oturdu.
Kanalları hızla gezerken Supernatural’ı buldum. “Supernatural sever misin?”
Bana baktı. “Şaka mı yapıyorsun? En iyilerden birisidir. Tabi Breaking Bad’le birlikte.”
Gözlerim büyüdü. “Hey maviş, sanırım bir konuda ortak noktamız var.” Gülümsedi. “Walter White’la evlenebilirim.” dedim huzur dolu bir gülümsemeyle.
Kaşlarının arası buruştu. “Kızlar Aaron Paul’u daha çok seviyorlar zannediyordum. Ama bir dakika, senden bahsediyoruz, daha psikopat olanı seçmen çok normal.” Gözlerini devirdi. İçimdeki bir kıpırdanma, şiddetle bunu tekrarlamasını istedi. Kendimi sıkıp oturduğum yere çöktüm.
Bir saat daha dizilerden bahsettikten sonra arada patlamış mısır ve kola getirdim ve bu sefer de filmlere geçtik. Sonra panjurları kapatıp Pasicif Rim’i izledik. Dizi film zevklerimizin bu kadar benzer olmasını fark etmemin ardından filmin kapanış müziğinde konuştu. “Birlikte sinemaya gitmeliydik.”
Homurdanmadan edemedim, ama haklıydı. “Hakkını vermem gerek. Başka bir iddiaya artık.”
O başını bana çevirene kadar kalkıp panjurları açmaya başladım. Daha yeni öğlen oluyordu. Saat on ikiye gelmişti ve artık geleneksel öğlen yemeği saatine ulaştığımıza göre eve bir şeyler söylememiz gerekiyordu.
“Eve mi söyleyeceğiz?” dedi.
Durup ona baktım. “Sen düşünceleri okuyabiliyor musun?”
Önce yüzünü buruşturdu sonra da güldü. “Hayır. Sen bunu düşünmüyordun herhalde.”
Dudaklarımı sarkıtıp büyüyen gözlerime hakim olmaya çalıştım.
“Her neyse. Ne yapmayı planlıyorsan boş ver. Seni yakınlardaki hamburgerciye götürmeme izin ver. En azından biraz gerçekçi olsun değil mi?” Önümden geçerken ona bir tane çakmamak için kendimi zor tuttum.
“Ya dışarıda birileri görürse?”
“Böylesi daha iyi olmaz mı?”
“Hayır?”
“Neden? Yoksa tipin değil miyim? Benim yanımda görülmek istemiyor musun Alex?” Alaycı gülümsemesine rağmen şuan vücudu neon renklerle boyanmışcasına dikkatimi çekse de, kendime hakim oldum da bakmadım.
Gülümsedim. “Yakınından bile geçemezsin, ama biliyorsun, idare etmeye çalışıyorum işte.”
O da gülümsedi. “Tüh. Oysaki hayattan tek beklentim kendimi sana beğendirmekti Alex, şimdi nasıl yaşayacağım ben.” Gülerek önünden geçip kapıdan çıktım.
Yan bahçeden Bayan Talken tarafından izlendiğimizi fark ettim. Hemen William’ın koluna girip onu hızlandırdım. Başını eğip bana baktı. “Ne yapıyorsun?”
“Yan komşumdan kaçıyorum.”
“Alex! Hey Alex! Bakar mısın canımın içi?”
“Ah! Siktir!” diye mırıldandım.
Onu kolundan çekiştirmeye devam ederek yine lanet çitlerin önüne gittim. “Buyurun bayan Talken.”
“Ailenden bir haber aldın mı?”
“Daha değil. Sadece mektupla görüşüyoruz. Daha egzotik.” Gözlerimi kapatıp sevgi dolu bir gülümsemeyle nefes verdim. Tabi bunların hepsinin rol olduğunu söylememe gerek yoktur, Will o kadar aptal değil.
“Hah. Peki bu yakışıklı kim? Erkek arkadaşın mı?”
“Hı hı.”
“Ailen eve erkek getirmene kızmayacak mı? Bu beyefendiyi daha önce görmemiştim sanırım. Gece geliyordu herhalde.” Gözleri gözlerimi delip geçerken gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Daha neler. Yaptığı imaya bak. Çarpacağım bir tane o olacak.
“Bizim durumumuz yeni.” dedi Will hemen.
“Ah. Öyle mi? Her neyse. Siz gençler şimdi muhtemelen gidip hamburger yemekten daha romantik şeyler yapacaksınızdır herhalde? Yanılıyor muyum?”
Ah ah ah. Sadece iki dakika o zarif boynunu kırıp kenara atmam için fazla bile.
“Onu sahildeki bir hamburgerciye götürmeseydim daha az romantik olurdu muhtemelen.” Dedi Will ve o parlak gülümsemesini gösterdi.
“Ah. Her neyse. Görüşürüz çocuklar. Bahçe bekler.” dedi ve lanet olasıca, ezilesice bahçesini sulamaya devam etti.
William ondan beklemeyeceğim bir şekilde kolunu belime doladı ve Bayan Talken’a gülümseyerek beni evimin bahçesinden çıkardı.
İki dakika içinde gözden kaybolduktan sonra kolunu belimden çektim ama bu seferde sersemce gülümseyerek elimi tuttu. Tanrım, bu gülümsemedeki bir şeyler kalbimi harekete geçiriyordu.
Homurdandım. “Bunu yapmak zorundasın değil mi?”
“Evet.”
“Neden?”
“Çünkü senin sinirini bozuyor. Ah bir dakika sana tanıdık geldi değil mi? Hani sende insanlara böyle yapıyorsun ya ondandır.” Alaycı gülümsemesine bak sen!
Elini bırakıp hızla önünde durdum. “Neden beni düzeltmeye çalışıyorsun?”
Bir adım daha yaklaştı. “Seni düzeltmeye çalışmıyorum. Sana bu kadarının gereksiz olduğunu göstermeye çalışıyorum.”
“Neden?”
“Sen neden bu kadar hırçın olduğunu açıklarsan bende nedenini açıklarım.”
“Sana hesap verecek değilim.” Dedim ve dikkatimi dağıtmalarına rağmen mavi gözlerine bakmaya devam ettim. Sonra ekledim. “Ben hırçın değilim!”
“Tabi, Pollyanna’nın kayıp kuzeni.”
“Güzel.”
“Güzel.” dedi ve yanıma geçerek tekrar kolunu omzuma attı ve beni gerçekten sahildeki bir hamburgerciye kadar götürdü.
Sessizlik içinde birer tane hamburger yedik ve ben olabildiğince az konuşmaya çalıştım onunla. Sanırım odama gidip yorganın altında ağlamayı tercih ederdim. Onun yanında olmaktan zevk almadığımdan değil, sadece güven sorunu yaşayacağım bir kişi daha olmasını istemediğimden.  Daha sonra saatin beş olduğunu fark ederek eve yürümeye başladık.
Onun evine yaklaşırken yavaşladık. Benim evim bir yan sokaktaydı ve beni evime bırakmasını gerektirecek bir durum yoktu. Muhtemelen bugün olan biten her şeyi konuşmak için Jack’lerde kalırdım zaten.
Başını yana çevirdi ve tekrar bana döndü. Gözlerimin içine baktı.
“Ne var?” dedim.
“Bana borçlusun, bugünden dolayı.”
“Evet.” Bana bir adım yaklaşınca, kalbim bir adım hızlandı. Sakin bir sesle konuşmaya başladı.
“Aslında az kalsın, sana ders vermenin ya da ne bileyim, senin başkalarına yaptığını sana yapmanın bir yolunu bulmuştum. Dün çıkışta antrenman sonrası konuşuluyordu ve herkes, kimsenin seni tavlayamayacağını düşünüyor. Onlara seninle bir gün çıkacağımı ve bunun sadece bir deneme olacağını ama muhtemelen yürümeyeceğini söyledim.”
Şoka uğramış bir şekilde gözlerimi ondan ayıramadan dinliyordum.
“Ve benden senin üstüne bir iddiaya girmemi istediler. Sanırım daha önce okuldan kimse seni öpmemiş ve-“ Yüzünü buruşturdu. “-eğer çıktığımız ilk gün seni öpersem, bana Miranda’yı ya da onun gibi nam salmış bir kızı ayarlayabileceklerini söylediler. Onlara benim bir kızı elde etmek için yardıma ihtiyacım olmadığını söyledim.”
Şuan biri arkamdan gelip, böö deseydi, muhtemelen buraya sıçardım.
“İddiaya girmedim, Alex. Sana diğer herkese yaptığın şeyi yapmaya çok yakındım fakat bunu yapamadım. Bunu sana anlattım çünkü eğer birinden bunu duyacak olursan diye söylüyorum, şuan yapacağım şeyi bir iddia uğruna yapmıyorum.”
“Neyi yapmıyorsun?” Bana doğru bir adım daha atıp aramızdaki farkı kapatırken anlamıştım. Ne yapacağı gözlerindeki kararlılıkta kendini anlatıyordu fakat öyle hızlı gelişti ki nasıl karşı koyacağımı planlayamadım. Bir kolunu belime dolayıp beni kendine çekti ve diğer elini de boynuma yerleştirerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Öpüşü beni serseme çevirmeye başlamışken, kendimi gözlerimi kapatırken buldum ve açıkçası, bunu gerçekten beklemiyordum. Daha önce bir iki kere, ayartmak ya da oyuna getirmek için kısa tek dokunuşluk öpücükler vermiştim fakat böylesi benim için bir ilkti ve ne hissetmem gerektiğini bile bilmiyordum. Elimi yanağına koyup istemeden kendimi ona bıraktığımda, yanaklarım da dudaklarımla birlikte alev almak üzereydiler. Bir koluyla belime dolanıp beni kendine bastırdı.
Beni bırakıp geri çekildiğinde-ama hala nefeslerimiz birbirine karışırken, konuştu. “Bunu bir iddia için yapmadım. Bunu istediğim için yaptım.” Gözlerine bakmayı çok istedim fakat yerin dibine girdiğimden hiçbir şey yapamadım. Hiçbir şey diyemedim. Nasıl bunu istediği için yapardı? Bütün gün hatta okula geldiğinden beri bana sataşıp duruyordu! Ve ben onu engellemeye bile kalkışmamıştım?
İnip kalkan göğsümle birlikte iki adım geri gittim. Gözleri beni takip ediyordu. “Sana yumruk atmalıyım ya da hemen buradan gitmeliyim.” dedim ona bakamadan. Muhtemelen ben ona vuramadan beni engellerdi. “Hemen buradan gitmeliyim.” diye mırıldanırken karar verdim ve hiç duraksamadan hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Arkamdan iki kere seslendi fakat beni takip etmesinden ya da peşimden gelmesinden korktuğum için, adımlarımı hızlandırarak koşmaya başladım. Eve kadar kıpkırmızı olmuş yanaklarımla koştum ve eve girer girmez kapıyı çarpıp kanepenin ortasına çöktüm. Küçük kulaklıklarımı arka cebimden çıkarıp taktım. Dizlerimi karnıma çekip, alnımı dizlerime dayadım.

Witching GameHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin