Selam ben Wondreamers. Biliyorum çok uzun aralıklarla yazıyorum fakat şuan aynı anda daha büyük bir proje üzerindeyim ve bir süredir ona ağırlık vermem gerekiyordu. Anlayışınız için teşekkürederim. Umarım bu bölümü de seversiniz. Artık bir süre daha çok yazmaya çalışacağım. İyi okumalar. ;)
Hemen bir şeyler düşünmeye çalıştım. Tekrar ve tekrar. Sanki başka şansım yokmuş gibi. Evet doğru ya, zaten başka şansım yok.
Biliyorum biraz fazla rahat ya da biraz fazla umursamaz olabilirim ve birilerinin başına bir şeyler gelmesi de benim sorunum değil, fakat Mitchel bunu hak edecek bir şey yapana kadar onun okuldan atılmasına sebep olmak açıkçası bana göre değil. Biliyorum inanılır gibi değil fakat hala bir vicdanım var. Evet.
Jack’le okuldan sonra ayrıldık. O evine döndü bende kendi evime. Kapıya dokundum ve ittim. Büyüm sayesinde kapım ben hariç herkese kilitliydi. Haha.
Çantamı bir kenara attım ama sonra attığım için vicdan azabı çekip düzelttim ve sıkkın bir şekilde koca salonun içinde bir ileri bir geri ilerlemeye başladım.
Müdürü etkilemek imkansız. Mitchel’ın babası uzakta. Annesi nerede? Mitchel’ın annesini hiç görmedim. Fakat bir cadı olmadığı sürece bir işe yaramaz. Ve cadı olsaydı bunu kesinlikle Mitchel’dan anlardım. Peki ya Mitchel? Ondan yardım alsam? Eveeet. Şimdi beynimin en güzel ve en karanlık tarafının bir fikri var!!
Hemen hızla ilerleyerek çantamı karıştırmaya başladım. Nerede bu lanet telefon. Siktir. Çantamın büyük gözünü açıp bir çuvalmışcasına içine attığım eşyalarımı oraya buraya tepiştirerek aramaya başladım. Sonra bir an sinirle çantayı ters çevirip içindeki her şeyi aşağı boşalttım. Sonra diğer gözleri kurcalamaya başladım ve orada da bulamayınca kendi kendime “Lanet olsun!”diye bağırdım. Sonra bir kez daha bağırdım. “Lanet olsun!” Sonra bir süre etrafıma bakındım. Eşyaların üstüne ve koltuğun yanlarına bakındım. Bazı kısımlarını elimle bile yokladım. Sonra bomboş bahçeme çıkıp etrafta mı düşürdüm diye aranmaya başladım. “Hay siktiğimin telefonu! Nereye koydum ki ben seni! Hay göt kafam!”
Yan bahçeden bir seslenme geldi. “Alex! Çocuklar bahçede oyun oynuyorlar. Ve bu kaçıncıdır ağzına geleni sayışın! Annenle konuşma vaktim geldi artık! Bana şimdi hemen onu çağırır mısın?”
Ah. Doğru ya. Annem. Harika. Benim annem öldü. Ben on üç yaşındayken. Ama bunu ben hariç kimse bilmiyor. Ciddiyim. Hani size bir şey demiştim ya. Evimde ben hariç kimseyi içeri almayan bir büyü var diye. İşte o durumu açıklayayım.
Bundan tam olarak dört yıl önce ailemin öldüğü gün, eve tek başıma üç günde döndüm ve yollar boyunca akrabalarımın her birini aramayı düşündüm. Ailem, annem ve babamın evliliği nedeniyle herkesle konuşmayı kesmişlerdi ve yılda bir kere herkesten birer adet cadı kartı-evet o konuya sonra geleceğim-alırdım. Ama bunun dışında on üç yaşında ve elbiseleri yarı yırtılmış, fiziksel bir yorgunluk içinde yol kenarındaki tarlaların hizasında yürürken hiçbir şey düşünmedim. Bir ara bir arabada üç adam beni evime bırakmayı teklif ettiler. Onları fırtına büyüsüyle tarlaların ortasına kadar sürükledim. Sonra evime yürümeye devam ettim.Eve ulaştığımda kapıda bir süre öylece durdum. Sonra, eve olan, o yeni hayatıma olan ilk adımımı atmadan önce, aklıma bir fikir geldi. Eve bir büyü yapacaktım ve kapıya gelen hiç kimse evdekileri merak etmeyip, sadece benimle muhatap olacaklardı, bu sayede on sekizimi doldura kadar evde tek başına bir yetişkinmişim gibi kalabilecektim. Ben o gün bu planla evimin kapısını ittiğimde büyümüştüm zaten. Bir daha kimseye ihtiyacım olmadı.
Ama ara sıra bayan Talken’ın bana kızma ihtiyacı doğuyordu ki, gidip gelip annemi soruyordu. Deli kadın. Açık kahverengi muhtemelen kırk beş kilo olan otuzlu yaşlarındaki hatuna doğru ilerleyip gözlerinin içine baktım ve “Ah doğru ya annem ve babam tatildeler.” dedim.
“Yine mi?”
“Evet yine.” Bu kadın kapıma gelmediği sürece büyü işe yaramadığından ve bahçe çitlerinin her birini büyüleyemeyecek kadar üşengeç olduğumdan büyü daha bahçede işe yaramıyor.
“Neden bu kadar çok tatile çıkıyorlar acaba?”
“Bilmiyorum. Ben şu ailelerine hesap sormayan uslu çocuklardanımdır.” En saf ve en temiz gülümsememi gösterdim.
İnanmadı. Gözlerindeki o ufak kısılmayı gördüm ve bana inanmayışı elimde olmadan gülümsememi daha da genişletti. Akıllı kadın. “Neredeyse eve geldiklerini bile görmedim.”
“Gerçekten neredeler Alex?”
“Hiçbir fikrim yok.”
“Kayıplar mı?”
“Hayır değiller.”
“İnsan nereye gittiğini komşusuna söylemez mi?”
“Bir insanın komşusu bu kadar meraklı olabilir mi?”
“Gerçekten neredeler?”
“Dünya turundalar.”
“Nereleri gezdiler?”
“Size ne?”
“Efendim?”
“Brezilya.”
Şimdiye kadar tek bir yeri mi gezdiler sadece?”
“Brezilyalar.”
“O isimde sadece bir ülke var Alex.”
“Umm. Umurumda değil. Dedim ya ben ailemi sorguya çekmeyen tipteki şu uslu evlatlardanımdır.”
Bir an durdu. Haha. Ne oldu? Soru yağmurunuz kesildi mi? Şimdi artık huzurla evime dönüp lanet olasıca telefonumu aramaya devam edebilir miyim?
Bir an aklıma bir fikir geldi. Tabi yaa, telefon. “Aman tanrım telefonum çalıyor bayan Talken. Eve dönmeliyim.”
“Ben bir ses duymuyorum.”
Duraksadım. “Ama ben duyuyorum. Bence siz bir doktora gitmelisiniz. Umarım yarın da sizi görmem.”
“Efendim ne dedin sen?”
“Diyorum ki telefon. İyi günler.” Koşar adımlarla eve döndüm ve kapıyı zevkle kapadım. Evin içinde ilerlerken birden arka cebimde bir titreme hissettim. Olduğum yerde donup gözlerimi kapadım. Hay aksi lanet. Hay aksi lanet! Bütün bu zamandır arka cebimde miydin sen!!
Telefonumu hızla cebimden çıkarıp açtım ve “Alo?” dedim.
“Hey kardeşim. Sesin yine aksi geldi sanki. Bir sorun mu var? Geleyim mi?”
“Jack sen! Tanrım sen! İnsan daha erken aramaz mı ya sana inanamıyorum!”
“Ne? Peki. Söyle bu sefer ne ters gitti?”
“Telefonumu kaybettim.”
“Başka?”
“O kadar.”
“Ha ha ha.”
“Ne gülüyorsun be?”
“Komik. Yani senin başına bir şey gelmesi. Yani senin başına kötü bir şey gelmesi.”
“Her neyse. Bir fikrim var.”
“Sonunda. Bende ne zaman gelecek diye bekliyordum. Evet söyle bakalım. Ama lütfen yavaş ve anlayışlı olur mu? Ne zaman bir planın olsa kendimi kusacak gibi hissediyorum Alex.”
“Neden öyle söylüyorsun kardeşim? Planlarım hep işe yaramıyor mu?”
“Yarıyor fakat ne bileyim. Hep bir ip üzerinde gibiyiz. Sürekli bir sorun çıkarıyorsun.”
“Ve sende hep çözmeme yardım ediyorsun. Bunun için tekrar sağol kardeşim. Her neyse. Mitchel için Mitchel’dan yardım alacağız. Ve yirmi kişiden. Ve birde onu okuldan attıran dersin öğretmeninden.”
“Senden nefret ediyorum Alex.”
“Bende senden. Yarın görüşürüz.”
“Akşam gelsene.”
“Haftanın yarısında sizdeyim.”
“Annem çağırıyor. Evde yalnız kalman zannettiğin kadar hoş değil, biliyorsun. Hem william’la bir oyunun içerisindeyken. Şuan onun ne kadar iyi olduğunu bilmiyoruz.”
“Ben başımın çaresine bakarım Jack. Ama yine de sekizde sizde olurum. Playstation oynarız.”
“İyi fikir kardeşim.”
Sonra telefonumu kapattım ve yukarı çıkıp ufak bir müzik listesi oluşturduktan sonra duşa girdim. Daha sonra eşyalarımı hazırlayıp yedi kırk gibi evden çıkıp Jack’lere doğru yürümeye başladım.
Tanrım. Beni zerre kadar umursamaktan vazgeçmiş değerli Tanrım. Yardım et. Çünkü eğer sen ailemde yaptığın gibi yardım etmezsen, eğer yine oturup öylece izlersen, birilerine zarar verebilirim. Unuttun mu ben bir cadıyım. Yüzde elli kötüyüm. Fakat bir insanın yüzde ellisine göre benimki onlarınkini dörde katlar. Benim güçlerim var unuttun mu? Bende birilerinin çocuğuna zarar verebilirim. Birilerinin ailesi de bu yüzden benimkiler gibi ölebilir. Bu yüzden yardım et. Çünkü geride kalan yüzde ellim, iyi olmamı da istiyor. Bu yüzden lütfen. Sen ne yapacağını biliyorsun.
Jack’lere gittiğimde ona tüm planımı anlattım. Şimdi sıra tüm olayımızı gerçekleştirmek üzere adım adım ilerlemekte.
Adım 1; Git ve Mitchel’la konuş. Onu o gün o sınıfta olduğuna dair ikna et.
Jack’le adım adım ilerlerken kendimi gülmemek için zor tuttum. Bu çocuk ona ne kadar büyü yaptığımı bilseydi, muhtemelen evimi bombalardı. Jack’le aynı anda Mitchel’ın yayıldığı bankın iki tarafına oturduk.
“Selam Mitchel.”
Direk kolunu omuzlarıma sardı. “İyi bebek sen?”
Kolunu yavaşça kaldırdım. “Senden bir şey isteyeceğim.”
Yandan Jack’e baktı. “Onunla birlikte mi?”
Gözlerimi devirdim. “Hayır kendim gelmeye utandım. Tek başıma isteyeceğim.”
Hınzırca güldü. “Ha. Harika. Yani tamam. Evet ne istiyorsun?”
“En son girdiğimiz İngilizce dersinin notlarını.”
Durdu. “Ben o derse girmedim Alex. Bunu komik mi sanıyorsun? Ben o ders yüzünden okuldan atılacağım! Bugün ders saatlerinde disiplin kuruluna çıkacağım. Yarında yoklamayı alan öğretmenle görüşecekler.”
Yarın mı? Harika zamanlama.
Hafifçe eğilip gözlerinin içine baktım ve kolunu kavradım. Göz bebekleri küçülürken mırıldandım. “Hayır sen o dersteydin, Mitchel. Sadece bir yanlışlık olmalı ve yok yazılmış olmalısın. Ama yine de, sen ders notu tutmazsın ki, değil mi?”
“Ama ben ders notu tutmam ki, değil mi?” diye mırıldandı.
Gülümsedim. Elimi kolundan çektim ve dünyaya dönmesine izin verdim. “Ah haklısın doğru ya. Mitchel ders notu tutmazdı. Özür dilerim bunun için.”
Jack yavaşça kalkarken gülümsemesini saklıyordu. “Sonra tekrar gel. Umm. Yalnız.”
Gözlerimi devirdim ve arkamızı dönüp okul binasına doğru ilerlerken, neden olmasın ki dedim. Arkama dönüp ona göz kırptım ve okulun kabadayısı hınzırca gülümsedi. Üzgünüm Mitch, asla götümü çıplak görmeyeceksin. Senin için yeterince şey yapıyorum şuan.
Adım 2; sınıftaki öğrencilerden bazılarının hatta neredeyse hepsini o gün Mitchel’ı gördüklerine inandır.
Ben müdürün odasına gizlice girerken, Jack dışarıda beklemeye başladı. Hemen bizim o günkü sınıfın yoklamasını ararken müdürün yan toplantı odasına açılan kapının açıldığını hissettim. Anında dizeleri mırıldanıp görünmez oldum fakat gelen kişiyi görünce ağzım açık kaldı.
“Büyüyü bırakabilirsin, seni görebiliyorum. Cadılar birbirini görebilirler.” William sarıya yakın saçlarını bir kere eliyle taradıktan sonra gamzelerini göstererek bana gülümsedi.
Büyüyü bıraktım. “Cahil değilim.”
Hemen yoklamaya geri döndüm. Burada ne kadar çok kağıt var böyle! Hay aksi lanet! Will birden kolumu tuttu. Bende bir sıcaklık yaymaya başladım. Planım elinin yanarak kolumu bırakmasıydı fakat bir şey değişmedi bu nedenle bende gözlerimi gözlerinden ayırmadım.
“Ne var?”
“Ne yapıyorsun?”
“Seni ilgilendirmez.” Kolumu bıraktı ve bende sonunda aramaya devam ettim.
Jack kafamın içine konuştu. Müdürü dört koridor ileriden hissedebiliyorum çabuk ol. Ve yanında biri mi var? Planımızı anlatma.
Aptal değilim jack.
Hala bulamayınca elimi kağıtların üstüde tuttum ve sayfaların düzene girerken benimkinin öne çıkışını izledim. Telefonumla hızlı bir fotoğraf çektim ve beni izleyen Will’e sordum.
“Sen neden buradasın? Beni dikizlemeye mi geldin?”
“Hayır. Benimde kendi işlerim vardı.” Ve birden kapıdan çıktı. Çıkarken Jack’e “Sağol kardeşim.” dediğini duydum.
Fotoğrafı çeker çekmez dışarı çıktığımda Jack’le aralık vermeden yürümeye başladık. Müdürün yanından geçtik ve müdür bir an dönüp arkasına bize baktı.
Jack’le bulduğumuz bütün tenefüslerde ve derste aynı sınıfa denk geldiğimiz kişilerle konuşarak, daha doğrusu ufak birer büyü yaparak Mitchel’ı gördüklerini söylemelerini sağladık. Birkaç kişi aralık bıraktık ki, herkesin aynı anda aynı derste görmesi ve sadece bir kişiye dikkat etmesi dikkat çekebilirdi.
Adım 3; Şimdi git ve İngilizce öğretmenini Mitchel’ın o gün o derste olduğuna inandır.
Lanet öretmenler odası sürekli dolu. Be nedenle akşam olmasını ve okul çıkış saatinde genç, otuzlu yaşlarındaki İngilizce öğretmenimizi takip edebilmek için bekledik.
O okuldan çıktığında bizde onu takip etmek üzere sırt çantalarımızı omuzlarımıza astık. Bu sefer kolaydı. Karşıdan karşıya geçmeden önce iki taraflı olarak Jack’le Bay Morgan’ın karşısına çıktık ve anında hızlı bir büyüyle Mitchel’ın o derse iki dakika geç girdiğini ve muhtemelen yoklamada bir hata yaptığını söyledik.
Adım 4; Her şeyin tıkır tıkır işlemesini bekle. Bir sorun çıkarsa düzelt.
Ertesi gün İngilizce dersinde öğretmenimiz iki dakika içinde sınıfa girdi. Bugün bilerek erken sınıfa geldim ki hiçbir şeyi kaçırmayayım. Bay Morgan her zamanki gibi bekledi, gözleri beni aradı, iki saniyelik o ufak irkilmesini yaşadı ve boğazını temizledi. “Bugün bir arkadaşınız için disiplin kurulu görüşmelerinde olacağım. Bu nedenle siz de benim dağıtacağım bu şiir kitapçıklarına göz gezdireceksiniz. Hadi bakalım.”
Öğretmenimiz kapıdan çıktı ve bende Jack’e heyecanımı belli eden bir mesaj attım. Aman Tanrım!? Bay Morgan kurula gidiyor!?!!?
Kapıdan girince üçüncü koridorda buluşalım.
Yolumun üstündeyim.
Sınıftan gelen meraklı ve sakıngan bakışların arasından hızla sınıftan çıktım. İkinci koridoru dönerken birine çarptım. Sonra o kişi kollarımı tutup “İyi misin?” diye sordu.
Direk gözlerine baktım. Puslu bir mavi dikkatimi dağıtmaya başladı ama dayandım. “Yok artık. Senin burada ne işin var?” Kollarımı geri çektim.
“Asıl senin burada ne işi var? Yine ne planlar peşindesin Alex? Cadı işi mi? Bu arada seni hiç sarayda görmüyorum.” Ona dik bir bakış attıktan sonra hızla önünden çekilerek yürümeye başladım.
“Yapacak daha önemli işlerim var. Ve unuttum sanma. Oyun hala geçerli. Sadece oynamak için fazla kolay.”
Arkamda duraksadığını hissettim. Döndüm ve tekrar anlamlı gözlerine baktım. “Senin burada ne işin var? Gerçekten. Dün müdürün odasında ne yapıyordun? Beni mi takip ediyorsun ya da planlarımla ilgili bir sorunun mu var?” Ben ona doğru adım atarken elimde olmadan cadı esintisi oluşturduğumu fark ettim. “Ne istiyorsun William? Neden en başta bu oyunu oynamaya gönüllü oldun? Neden hep olmaman gereken yerlerdesin? Ne o zamanını geçirmek için oyunlara mı ihtiyacın var?”
O bana bir adım atarken daha sert esti ve bütün saçlarım aynı anda sırtıma düştüler. Ama ben gözlerimi ondan ayırmadım. Kaybedecek bir şeyim yoktu. Hemen şimdi amacını öğrenmekten başka. “Alexandra Reed. Adını daha önce duydum. Fakat seni hiç canlı göreceğimi düşünmemiştim. Bu yüzden okulda seni görünce hünerlerini sergiler misin diye bir düşündüm. Tek yolu bir oyundu, bende gönüllü oldum.”
“Ne diye neler yapabildiğimi merak edesin ki?”
“Dedim ya. Adını daha önce duydum. Küçük bir cadı kızı, ailesi cayır cayır yanarken ortadan kayboluyor. Fakat o gün sergilediği güç yüzünden herkes onu konuşuyor. Adı Alexandra.” Bana bir adım daha yaklaştı. “O sensin biliyorum. Sen güzelsin ve sadece eğlenmek için yaşıyor gibi görünüyorsun. Fakat derinlerde bir yerde bir şeyler kaybettiğini görebiliyorum. Büyük bir şeyler. Ben de bir cadıyım Alex. Benden de saklayamazsın.”
Hayır. Hissettiklerimin bir karşılığı yok. Söylediklerinden çok, hatırladıklarımla bir anda cayır cayır yanmaya başlarken anında kafama üşüşen sorulara durun diyemiyorum. Oyunun söylediklerinden başka bir anlamı daha var mı? Başımdan geçenleri daha başka hangi detaylarıyla biliyor olabilir? Ya da daha fazla ne kadar ileri gidebilir?
“Ne var biliyor musun? Sarayının kapısını sıkı sıkı kilitle çünkü bir daha orada olmayacağım." Arkamı dönmeden ekledim. "Ve benden uzak dur.”
Hızla üçüncü koridora doğru ilerlemeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Witching Game
Teen FictionBu bir "Cadı Hikayesi", Alex talihsiz bir kaç olay sonrası ailesini kaybetmiş ve en yakın arkadaşından başka kimsesi olmayan, vurdumduymaz ve fevri bir cadı. Hayat ona güzel, tabi kimse sırrını öğrenmediği sürece. Ama biri sırrını öğreniyor. Ne diye...