Bembeyaz. Parlak. Tanrım, gözlerim yanıyor. Ama önemli değil. Bir adım daha attım ve yerdeki karoların yavaş yavaş görünmeye başladığını fark ettim. Ellerimi ve kollarımı salladım. Görüntüler yavaş yavaş belirirken etrafı süzmeye devam ettim. Yerdeki siyah beyaz karo döşemesi, beyaz-krem arasında çok açık bir duvar rengi, altın sarısı tavan şeritleri ve yerde, daha doğrusu yeni yeni beliren bu zihin oyununda ilerlerken gülümsedim.
Yavaş adımlarla ilerlemeye başladım. En ufak bir bilinçaltı anısı ya da zekice bulunacak bir hata, tüm bu düzeni bozabilirdi. Çünkü bu alanın büyüsü tamamen mantık kuralları üzerine kurulur ve hatalar her zaman için gizlenmelidir. Her nedense William’ın bu konu üzerinde yetenekli olduğunu düşünmeden edemedim.
Merdivenlere ulaşana kadar gergin bir şekilde ilerledim. Sonra kırmızı halı döşenmiş merdivenlere ulaştığımda hiç tereddüt etmeden altın sarısı trabzana tutunarak merdivenleri çıkmaya başladım.
Elimde değil. Gerçekten değil. Basamakları tek tek, sindirerek çıkıyorum çünkü bunun her bir basamağından bile zevk alıyorum. Uzun zamandır böle bir oyunu hak ediyordum doğrusu. Genelde insanlarla, ufak tefek adaletimi sağladığım şakalarımla yetinmek zorundayım fakat bilirsiniz, insanlar kolaylar. Egoları ve tanımlanamaz benmerkezci davranışlarıyla, evrenin sadece ve sadece kendilerine yaratıldığını, en kutsal ve en özel olduklarını düşünürler. Halbuki şeytan en çok onları ve bizi dinler. Sonra bir laf ederler ve onları yere düşürdüğünüzde hayatlarına kaldıkları yerden devam ederler. Onlar için hiçbir şey değişmez ve ders almazlar.Bu oyun, bir zihin oyunu, kesinlikle hakkettiğim bir şeydi; çünkü bu tarz bir oyunda yapabileceğiniz tek bir şey vardır. Beyninizi kullanmak. Gerçek hayatta belki böyle şeylere karşı IQ’m yetmeyebilir fakat bir cadı oyununa her zaman varım. Eğer William’la Jack’le olduğum kadar yakın arkadaş olsaydım, ona beyninin içinin büyüleyici olabileceğini, bu sarayın göz alıcı olduğunu söylerdim.
Fakat biz arkadaş değiliz.
Biz sadece bir oyun oynuyoruz.
Yapmam gereken tek şey eğlenmek. Ve her bir zerresini bunun için değerlendiriyorum.
Bu oyunu bu kadar tehlikeli yapan bir diğer şey, bu sefer ilk defa rakibim ile ilgili hiçbir şey biliyorum. Ama o benimle ilgili yeterince bildiğini düşünüyor. Ve onunla ilgili bilmediklerim bu sarayda, onun bilinçaltında gizli. Bu yüzden altın renkli trabzanı daha sıkı kavradım ve beyaz krem renklerindeki duvarların üst katlara çıktıkça daha da grileştiğini fark ettim.
Kırmızı merdivenin bitip, siyah karoların başladığı kat, sanki tamamen bambaşka bir yerdi. Sanki alt katla bir bağlantısı yok gibiydi. Bu kata ayakbastım ve koyu gri duvarların eşliğinde ilerlemeye başladım.
Adımlarım her ne kadar korkak olurlarsa olsunlar, içimdeki heyecan ve merak beni mahvediyor.
Derin karanlığa doğru birkaç adım sonrasında bir lamba kendi kendine açıldı.
Ama sonra birinin bir kapıyı şiddetli bir şekilde tıklattığını duydum. Birkaç kere etrafıma dönüp bakındım fakat hiçbir şey yoktu.
Tamam William, buraya kadar gayet iyisin fakat kapı tıkırdatması diye ipucu mu olur?
Fakat sonra tıkırdamalar ve sarsıntılar şiddetlendi. Gördüğüm her şeyin yarı bulanık yarı net, ara sıra karışan renklerle görmeye başladığımda anladım. Birisi, gerçek dünyadan birisi bana fiziksel temasta bulunuyordu ve haliyle kafamın içindeki evde de deprem oluyordu. Bende bulunduğum yerde durup gözlerimi kapattım. Odaklandım. Gözlerimi açtığımda, William’ı en son gördüğüm yerdeydim. Dolabımın karşısında duruyordum.
Bir el gözlerimin önünde kıpraştı bende irkilerek bir adım geri attım.
“Hey Alex, bu kadar dalgın olmak sana yakışmıyor kardeşim.”
“Jack.” Homurdandım.
Bir nefes verdim. Bana baktı. Sonra duruşunu değiştirdi ve beni hafifçe süzdü. “Her an devrilecek gibisin ve çok dalgınsın. Sanki hayaller dünyasında ya da hipnotize olmuş gibiydin. Bir saniye. Alex ne yaptın sen? Hemen söyle. Ne kadar erken, kurtarmak için o kadar vakit demektir.” Telaşlı ses tonu beni güldürdü.
“Bir sorun yok Jack. Hatta her şey harika.”
“Ah Tanrım. Sıçtık. Bu sefer gerçekten sıçtık.”
Koluna ufak çaplı bir yumruk atıp sınıfa doğru yürümeye başladım. “Neden be?”
“Çünkü doğanın bir dengesi var ve Alex senin yaptığın her şey bunu bozmaya yönelik.”
Elimi kaldırıp dur işareti yaptım. “Örnek ver.”
“Eğer sen bir şeylere harika ya da her şey yolunda tarzı kelimelerle ifade ediyorsan, dostum orada ciddi bir sorun var demektir.”
“Hadi ama Jack! Ben o kadar şeytani bir varlık mıyım?”
Dönüp bana baktı ve kaşlarını büzüştürüp “Doğru mu yalan mı istersin?” dedi.
Bir daha ona vurdum.
“Bana vurmayı keser misin!”
“Sende bana şeytani varlık muamelesi yapmaktan vazgeç o zaman!”
“Ben senden durmanı istiyorum ama sen benden yalan söylememi istiyorsun. Pis cadı.”
Ona bakıp gözlerimi büyüttüm ve güldüm. “Sen nesin peki? Mükemmel varlık mı?”
“Hakkımda böyle düşünmene sevindim.”
“Benim arkadaşımsın da ondan. Başka bir nedeni yok.”
“Tüm kızlar muhteşem olduğumu düşünüyor.”
Sınıfımın kapısına yaklaşıyorduk. “Hı hı. Tabi. Evet. Uyanınca haber ver kardeşim.”
“Tamam kardeşim.” dedi başını hafifçe eğerek. Ve bende gülerek sınıfıma girdim. Önce önden üçüncü sıraya oturdum. Sonra kalkıp en arkaya geçtim. Evet nedense kendimi burada daha da güvenli hissediyordum.
Telefonumu çıkardım ve oyalanmaya başladım. Sonra Mitchel yanıma geldi ve yan sıraya oturarak elini koluma koyup yine o sersem gülüşünü attı. “Selam kötü kız Alex. Benimle ilgili bir planın var mı?” Daha da çok gülümsedi. Ne şimdi bu? Bir mesaj falan mı almam lazım? Bu çocuk aptal mı? Bu numaraları yapan herkes mi aptal? Gel de alay etme. Çarpacağım bir tane o olacak.
Gözlerimi devirdim ve yana dönüp dikleştim ve Mitchel’ın kolunu tuttum. “Git buradan Mitchel.”
Bir an donuklaştı-büyü etkisini gösterdi ve ona yakışmayan, hatta onu bir embesil gibi gösteren bir sakinlikle sordu. “Nereden?”
“Sınıftan çık. Sonuçta bu derse girmezsen kalmazsın ya?”
Aynı embesil sakinlikle cevap verdi. “Bilmiyorum. Bilmem gerekmiyor. Babam koleje gönderir diye düşündüm. Ama sen istiyorsan giderim Alex. İyi dersler.”
Kolunu yavaşça ittirip kendi elimi de geri çekerken “Sana da iyi dersler Mitchel.” dedim ve gülümsedim. Birden yine uyanmış gibi bir ifade belirdi yüzünde, sonra sersem bakışları ve ruh halinin arasından bir “Görüşürüz.” mırıldandı ve kalkıp aheste aheste sınıfın kapısına yürüdü. Kapıdan çıktığında kendi kendime yine gülümsemeden edemedim.
Gönül rahatlığıyla dersi dinledikten sonra bir sonrakine girdim ve son derste Mitchel’ın adının okunduğunu ve müdürün odasına çağırıldığını duydum. Çıkışta içimdeki huzursuzluğu takip ederek müdürün odasının önünden geçen koridoru seçerek yürümeye başladım ve içeriden yüksek sesler geldiğini duydum.
Sonra mitchel çantasını savurarak müdürün odasından çıktı ve kapıyı sertçe çarptı. Yanımdan geçerken bir an bana baktı ve ben buz gibi oldum. Sonra birkaç adım daha hızla ilerledi sonra durdu. Aheste bir şekilde arkasını dönüp bana baktı ve sanki bir şeyi unutmuş da acilen hatırlamazsa delirecekmiş gibi bir ifadeyle bana bakmaya başladı.
Cesaretimi topladım. “Hey aptal! Neye bakıyorsun sen öyle?”
Derin üç nefesten sonra arkasını döndü ve kanımı donduran sinirini başkasına ya da başka bir yere yöneltmek üzere hızla koridoru geçip sağa döndü.
Evet evet biliyorum, eğer bir erkek olsaydım buracıkta ağzıma sıçmıştı.
Tamam sonuçlarında farkındayım, ağzıma sıçacak olsaydı ona büyü yapar bende onun ağzına sıçardım sonra her şeyi milletin aklından silmek için Jack’le tüm gece herkesle birlikte okulda kalıp pisliğimi temizlemek zorunda kalırdık. Benim pisliğimi. Genelde pislikler bana ait olur. Jack’se Clark Kent’ten başkası değildir. Yakışıklı kardeşim benim.
Neyse ki tüm bunlar olmadı ve ben, yine dört bacak üstüne düşen Alex olarak hala merak içindeyim. Müdürün odasında ne oldu? Huzursuzluk verici bir his, yine etrafımı kemirirken, sirkelendim ve alacağımı öngördüğüm kötü haberi ilerilere ittim. Ben bir cadıyım tabi ki öngörülerim olacak, fakat bunlar hakkında her daim kafa patlatmak zorunda değilim değil mi?
Hızlıca yürüyerek ilerideki koridorun soluna saptım. Çıkışta yine Jack’lere gittik. Annesinin muhteşem şinitzel ve makarnasından sonra yukarı çıkıp biraz ders çalıştık, genelde pek ihtiyacımız olmaz, sağ olun cadı hafızası. Fakat sınav haftası geliyor ve kimseye hesap vermek zorunda olmamama rağmen kendimi yüksek notlara adamak istiyorum.
Bir süre sonra Jack sandalyesini geri çekti ve bana döndürüp eline aldığı yastığı değişik yönlere döndürmeye başladı.
“Evet Alex.”
“Hmm?” Ah işte Jack’in yüzündeki şu ifade. Sanki, her an bir açığını yüzüne vuracağım hazırlıklı ol, ifadesi.
“Ne yaptın?”
Anlamamazlıktan geldim. “Neyi ne yaptım?”
“Ah hadi ama sen biliyorsun ne olduğunu.”
“Ne var Jack? Ben normal bir şekilde duruyorum işte bir şey yapmadım.” Dudaklarımı sarkıtıp önümdeki kitaba baktım. Birden gülmeye başladı, bende tekrar gözlerimi ona sabitledim. Bu sefer daha çok güldü. Ne var der gibisinden başımı salladım.
Gülüşünün arasından zar zor konuştu. “Sanki normal biriymişsin gibi davranıyorsun ya. Sanki hiç kötü bir şey yapmıyormuşsun gibi. Bir de şu masumluk ifaden var.” Sonuncuyu söylerken gözlerini büyüttü.
“Eee ne olmuş yani? Yapmadım işte bir şey.”
Gülerken yastığı bana attı. Bende cadı reflekslerime hakim olamayarak onu pencereden dışarı attım.
Jack bir an durdu. “İşte bunu diyorum. Bir yastıkla bile başın belaya giriyor. Nasıl olurda masum gibi davranabilirsin ki?”
“Tanrı aşkına Jack ne hakkında?”
“Mitchel tabi ki.” Yine gülmeye başladı. “Bu sefer ne yaptın?” Sonra birden durdu. “Birileri gördü mü? Lütfen görmedi de Alex. Okulu bitirdiğimizde hala büyü yapılmamış birkaç okul arkadaşımızın kalmasını istiyorum.”
“Sana bir faydaları olmayacak ki.” Dedim masum bir ses tonuyla.
“Hayır Alex. Biliyorum sorun çıkarmaktan zevk almak gibi bir hastalığın var ve her seferinde arkanı toplamak zorunda kalma korkusu yaşıyorum fakat ne yaptığını ne kadar çabuk söylersen, çözüme o kadar çabuk ulaşırım ve pes 2014 oynarken o kadar huzurlu olurum dostum.”
“Aptal oyunun umurumda değil.” Dil çıkardım.
Başka bir yastığı hızla kafama uçurdu. Bu kadar hızlı büyü yapması hayret verici. Ayağa kalktı. “Sözünü geri al. Pes 2014 bir şaheser.”
“Kokuşmuş bir futbol oyunu işte.”
Gözlerini kıstı. “Sen öyle san, gözüm üzerinde. Fakat er ya da geç Mitchel ile ilgili yediğin haltı düzeltmek için bana geleceksin ve o gün güzel oyunuma karşı olan bu hakareti sana yedireceğim.”
Kalp kırıklığı ve şaka karışımı konuşmasına güldüm ve “Yaa tabi. Ben kendim başa çıkabilirim. Çünkü yaptığım tek şey hiçbir şey yapmamak.”
Ertesi gün. 03.00 PM.
“Hiçbir şey yapmadığımı sanıyordum!”
“Sen ve yanılgıların.” Gözlerini devirdi.
“Jack lütfen bana yardım etmelisin!”
“Alex.” dedi ve oflayarak durdu. “Bu nasıl düzeltilir ki? Müdür üstünde büyüler işe yaramıyor. Ailesinde cadı kanı var ve onun aklını silmenin bir yolunu bulsak bile Mitchel’ın babasını nasıl bulacağız? Adam Rusya’da iş görüşmesindeymiş.” Duraksadı ve bana baktı. “Sen böyle şeyleri çözmekte iyisin Alex. Sen söyle. Ne yapacağız?”
Evet. Güzel soru. Ne mi yapacağız? Ne hakkında mı? Evet bu da güzel sorulardan biri. Şey, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Bu sefer gerçekten oyunu biraz abartmış olabilirim. Hmm. Mitchel okuldan atıldı. Tabi ki de bu benim beklediğim bir şey değildi ve itiraf ediyorum gerçekten amacım onu okuldan attırmak değildi. Çünkü bana bu kadar büyük bir zarar vermediği sürece böyle bir şey yapmam. Ve açıkçası gerçekten onun o gün o dersten çıkmasının sorun olacağını düşünmemiştim. Ya da o dersten de kalıp okuldan atılacağını. Ya da babasının onu bu sefer kurtarmayacağına dair yemin ettiğini. Aklını okur okumaz rengim attı fakat ne yapabilirim ki? On tane başarılı görevimden birinin ters gitmesi, dokuz kere eğlenip bir kere üzülmem anlamına geliyorsa bence denemeye değer diye düşünmüştüm. Bir an karşı tarafta başka bir sınıfa girerken bana bakan sır dolu mavi gözler dikkatimi çekti. William. Hep olmaması gerekn yerde.
Tüm bunları düşündüğüm otuz saniyeyi hızla bitirerek yutkundum ve “Bir yolunu bulacağım.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Witching Game
Genç KurguBu bir "Cadı Hikayesi", Alex talihsiz bir kaç olay sonrası ailesini kaybetmiş ve en yakın arkadaşından başka kimsesi olmayan, vurdumduymaz ve fevri bir cadı. Hayat ona güzel, tabi kimse sırrını öğrenmediği sürece. Ama biri sırrını öğreniyor. Ne diye...