Manuel Ortega parmakları yüzündeki yaranın güzergahını izleyerek aklından " Bizimkiler şimdiye o kaltağı ellerine geçirmişlerdir." diye geçirdi ve " Şu anda Amerikalıları beklemek yerine orada olmak için neler vermezdim neler." diye düşünerek hemen yanındaki koltukta oturan Tuko'ya " İçeriden haber varmı?" diye sordu.
" Adamımız biraz önce text çekti. Orta boy bir otöbüse binmişler ve çıkışa doğru geliyorlarmış."
Manuel " İyi, diğerlerine haber ver; biz peşlerine düşer düşmez arkamızdan gelsinler ve ben işaret vermeden birşey yapmaya kalkışmasınlar. " dedi ve arkada oturan üç kişiye döndü.
" Sizde silahlarını doldurun. Elimize geçen ilk fırsatta işlerini göreceğiz."
Adamlar dışarıdan görünmesin diye dizleri arasında tuttukları Kalaşnikofların şarjörlerini yerlerine takıp yedeklerini kolayca ulaşabilecekleri yerlere istiflerlerken; Manuel'in düşünceleri yeniden kuryeye kaydı ve aşiftenin elinden o kadar kolay kurtularak çete içindeki prestijini ayaklar altına aldığını düşünerek " Hele bir karşı karşıya gelelim. Ben sana beni kepaze etmenin hesabını öyle güzel soracağım ki ağzın bir karış açık kalacak." diye mırıldandı ve kıza hangi işkenceleri yapacağını planlayarak zaman öldürmeye başladı.
Böylece aradan on dakika kadar zaman geçti ve Tuko havaalanının güvenlik kapısından çıkan otöbüsü işaret etti.
" Bunlar beklediklerimiz."
Manuel hemen motoru çalıştırıp içinde oturdukları arabayı hareket ettirdi ve biraz uzaklarında kalmaya özen göstererek avlarını takibe başladı. Kısa bir süre sonra içi adam dolu iki araç daha peşlerine takıldı ve artık iş çıkışı trafiği hafiflediği için pek kalabalık olmayan caddelerde ilerlemeye başladılar.
Yaklaşık yirmi dakika kadar daha yol aldıktan sonra Manuel " Diğer arabalardakilere haber ver ve biri sağına, diğeri soluna geçsin. İlk kırmızıda işlerini bitireceğiz." diye direksiyonu kırıp otobüsü sollayarak önüne geçti.
Sonraki otuz saniye diğer iki araçta hedeflerinin iki yanına yerleştiler ve ilk kavşağı hep beraber yeşilde geçtikten sonra bir ilerilerindeki lamba sarıya dönerken Manuel frene bastı ve " HADİ! HADİ! HADİ!" diye belindeki tabancasına asılıp kapıdan dışarı fırladı.
Liderlerinin ilk kurşunu şöförün göğsünde patlarken, diğer arabalardaki herkes hemen araçlardan dışarıya döküldüler ve içinde bulundukları cadde anında makinalı tüfeklerin takırtılarıyla yankılanmaya başladı. Etraflarında bulunan diğer otomobillerdeki ve kaldırımlardaki insanlar çil yavrusu gibi etrafa dağılırlarken Manuel ve adamları boşalan şarjörlerini yenileriyle değiştirdiler ve ötöbüsü taramaya devam ettiler. Bütün mermilerini yeniden tükettiklerinde Manuel delik deşik olan otöbüsün kapısını zorlayarak açtı ve tabancasını yeniden doldurup " Tuko sen benimle gel." diye içeri tırmandı.
İki Kolombiya'lı dikkatle ilerleyerek ikinci ve üçüncü koltuklarda uzanan ilk kurbanlarının yanlarına ulaştıklarında, herifler ölü olduğu halde Manuel her birinin başına birer kurşun sıktı ve ilerlemeye devam etti. Bir sonraki sıraya vardığında yerde uzanan iki zavallıdan birinin dört kere vurulduğu halde hâlâ hayatta olduğunu gördü ve pis pis sırıtarak silahını doğrultup gözünü bile kırpmadan onunda işini bitirdi.
Böylece Manuel ve Tuko ölümü, canlımı demeden önlerine gelen herkesin kafasına bir mermi atarak aracın en arkasına kadar ilerlediler ve Tuko iki koltuğun arasına sırt üstü uzanmış son yaralıyada bir kurşun sallamak üzere tabancasının horozunu çekti.
Silahın sesini duyan adam zorluklada olsa başını hafifçe kaldırarak celladına baktı ve " Bu yaptığınızı ödeyeceksiniz." diye ölüme hazırlandı.
Manuel elini Tuko'nun koluna koyarak onu durdurdu ve " Bize bunu nasıl ödeteceksin dostum." diye dalga geçti. " Görüyorsun ki, şu anda seni acil servise götürmek gibi bir niyetimiz yok."
" Siz kiminle aşık attığınızı bilmiyorsunuz. Bu yaptığınız yanınıza kalmayacak."
Manuel, " Esas siz kiminle karşı karşıya olduğunuzun farkında değilsiniz. Zannediyorsunuz ki; ta Amerikadan kalkıp buralara geleceksiniz. Bizim memleketimizde istediğiniz gibi at koşturacaksınız ve bizde ucuz fahişeler gibi bacaklarımızı açıp bizi düzmenize izin vereceğiz." dedi ve Tuko'ya döndü.
" Bitir şunun işinide gidelim. Aynasızların damlaması an meselesidir."
Kısa bir süre sonra yeniden arabalara doluşup olay yerinden uzaklaşmaya başladıklarında; bu sefer direksiyona geçmek yerine ön yolcu koltuğuna oturan Manuel cebinden telefonunu çıkarıp Don Pablo'nun numarasını çevirdi.
" Patron."
" Anlat bakalım."
" Her şey planlandığı gibi gitti ve alayının işini gördük."
" Güzel. Güzel. Bu, o kendini beğenmiş itlere bizimle aşık atmanın o kadar kolay olmadığını öğretecektir."
" Bence bu iş burada bitmedi. Ortada çok para olduğu için üzerimize başkalarınıda salacaklardır.."
" İsterlerse bütün Amerika'yı göndersinler. Adamlar karayoluyla gelemeyeceklerine göre; onlar silah edinemeden hepsini eşek cennetine göndeririz. Şimdi, senden hemen kuryenin adresine gitmeni istiyorum."
Manuel, " Güzel." diye sevindi. " Onunla biraz lakırtı edebilmek için can atıyorum."
" Korkarım ki kızla konuşabilmek için biraz daha sabretmen gerekecek."
" Niye?"
" Çünkü bizimkilerden beşini haklayıp yeniden kayıplara karışmış."
" Ne?!"
" Bu arada, Jose ve yanındakilerdende haber geldi. Onları ormanlık bir alanda arabalarının içinde nalları dikmiş bir şekilde bulmuşlar."
Manuel içinden " Ulan bu kız Amerikalılardan bile daha tehlikeli. Onunla karşılaşan sabahı göremiyor." diye geçirirken Don Pablo sözlerine devam etti.
" Dediğim gibi; bir an önce oraya git ve nereye kaybolduklarını öğrenmeye çalış."
" Binada yaşayanlarla konuşamayız. Şimdi orası polis kaynıyordur."
" O konuyu merak etme. Ben onları ve olay yeri araştırmayı arar bir saat gecikmelerini söylerim. Hadi sizde oyalanmadan yola çıkın. O kaltağı bir an önce bulmamız çok önemli, çünkü iki yüz milyonun anahtarı onda."
Manuel, " Tamam patron." diye telefonu kapattı ve yıllardır ilk defa ecel korkusu hissederek " Bu yosma tek başına ve hiç zorlanmadan neredeyse yarımızı devre dışı bıraktı. Keşke onu canlı ele geçirmek zorunda olmasaydık." diye düşündü ve Tuko'ya adresi verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senden gelen bela bâşım üstüne. ( Tamamlandı.)
General FictionYağmur ve hemen gerisindeki Cenk, zebellahın iri bedeninin arkasına pusarak esir tutuldukları odanın kapısından dışarı yürür yürümez küçük bir masaya kurulmuş ve önlerindeki tabaklardan karınlarını doyuran diğer haydut ve yaralı yüz onları farkedere...