11. ARMADİLLO.

36 1 0
                                    



Yaklaşık bir saat kadar sonra aydınlatılmamış ve in cin top oynayan ana yola çıktıklarında delikanlı ve genç kız arabadan indiler ve Cenk, sağına soluna bakınıp " Ne tarafa?" diye sordu.

Yağmur postalında saklı bıçağı yeniden yerinden çıkardı ve eğer herifler kendilerini kurtarıp buraya kadar yürürlerse aracı kullanamasınlar diye minibüsün dört tekerleğinide yardıktan sonra " Şehir şu tarafta olsa gerek." diye tahmin yürüttü ve belindeki baretta ve yolcu koltuğunun zeminindeki Magnum'u Cenk'in sırt çantasına yerleştirdikten sonra iki genç ilerlemeye başladılar.

Böylece, iki sevgili el ele tutuşarak zifiri karanlık gecede yarım saat kadar yürüdüler ve arkalarından gelen bir aracın farları yolu aydınlatınca; Yağmur hemen durup sol elinin baş parmağını havaya kaldırdı.

Araba yanlarına doğru yaklaşıp yavaşlamaya başlarken; Cenk tedirgince " Sence böyle ıssız bir yerde otostop çekmek akıllıca mı?" diye sordu. " Ya adam tekin biri değilse?"

Genç kız delikanlının yanağına bir öpücük kondurdu ve " Merak etme. Eğer niyeti kötüyse her kimse doğduğuna pişman eder ve arabasını elinden aldıktan sonra yolun kenarına bırakırım." diye gülümsedi.

Cenk, daha bir, iki saat önce Yağmur'un iki kişiyi eşek cennetine gönderdiğini, diğer ikisinide hastanelik ettiğini hatırlayarak dediğini yapma kabiliyetine sahip olduğunu düşündü ve rahatladı.

Bu arada, kırık dökük Toyota marka eski otomobil yanlarında durdu ve yaşlıca ve bir kovboy şapkası giyen şöför penceresini indirip ispanyolca birşeyler söyledi.

Yağmur hemen adama cevap verdi ve onunla bir, iki dakika kadar konuştuktan sonra Cenk'e " Yanlış yöne gidiyor ve Bogota'dan uzaklaşıyormuşuz." dedi. " Herife; şehre doğru giden başka bir araç bulabilir miyiz diye sordum ve sabaha kadar öbür yöne giden hiçbirşey bulamazsınız dedi."

" Peki buralarda geceyi geçirebileceğimiz bir otel varmıymış?"

Genç kız yeniden şöförle konuştu ve adam ona cevap verdikten sonra delikanlıya döndü.

" Yokmuş. Ama, evim yakınlarda ve isterseniz sabaha kadar ben ve ailemle kalabilirsiniz diyor."

" Sence bu güvenli olur mu?"

Yağmur " İyi birine benziyor. Bence bir sakıncası yok." dedi. " Hadi atla."

Böylece, kız ve delikanlı arka koltuğa bindiler ve adam külüstür Toyota'ı hareket ettirip, çat pat bir ingilizceyle " Turist? Turist?" diye sordu ve Cenk " Evet." diye yanıt verdi.

" Amerikan?"

" Hayır. Türküz."

Şöför yaşından beklenmeyecek kadar sağlıklı ve inci gibi dişlerini göstererek " Turko. Turko." diye gülümsedi ve doğru sözcükleri bulabilmek için biraz düşünerek " Kayıp mı oldunuz?" diye sordu.

Yağmur lafa girerek " Si." dedi ve ispanyolcaya dönüp " Gideceğimiz yer uzak mı?" dedi.

Adam ingilizce " Not too far. Not too far. ( Çok uzak değil.)" deyip direksiyonu tutan ellerini kaldırdı ve üç kere on işareti yaptıktan sonra, " Minutes." dedi.

Cenk ve genç kız bir ağızdan aynı anda " İyi. Yakınmış." dediler ve şöför " Yes. Close by. Close by." diye onları taklit edip ellerini yeniden simide koydu ve arabayı sürmeye devam etti.

Böylece, yirmi beş dakika kadar ana yolda yollarına devam ettiler ve adam sola dönüp bir süre daha dar bir patikada ilerledikten sonra iki penceresinden dışarıya ışıklar sızan küçük bir evin önünde durup " Geldik." diye dışarı çıktı.

Cenk ve Yağmur'da Toyota'dan inerlerken evin kapısı açıldı ve eşikte yaşlı bir teyze ve ön dört, on beş yaşlarında bir kız belirdi. Şöför hemen onlara doğru yürüyüp birşeyler söyledi ve küçük kız yanlarına yürüyerek, düzgün bir ingilizceyle " Benim adım Maria." diye kendini tanıttı. " Ninem ve dedemin isimleride Dolores ve Santiago."

Yağmur ve Cenk bir ağızdan " Tanıştığımıza memnun olduk." dediler ve küçük kız " Buyurun gelin." diye açık kapıyı işaret etti.

İki sevgili ev sakinlerinin ardından küçük, gösterişsiz, ama temiz ve bir köşesi mutfak olarak kullanılan salona girdiler ve ocağın üzerindeki yemeğin mis gibi kokusu burunlarını doldurunca, en son atıştırdıkları yiyeceğin uçakta olduğunu hatırlayıp, karınları kazınarak aç gözlülükle ateşin üzerinde fokurdayan tencereye baktılar.

Maria sanki akıllarından geçenleri okumuş gibi " Neredeyse pişti. Beş dakikaya hazır olur." dedi ve duvarın hemen yanındaki küçük bir masanın üzerindeki tahta kaşığı alıp yemeği karıştırdı.

Kabın içinde dört parmaklı küçük ayaklar seçen Cenk merak içinde " O ne?" diye sordu ve Yağmur " Sanırsam Armadillo." diye onu yanıtladı. " Ben daha önce yedim. Tadı çok güzel olur."

Genç adam bir an için " Acaba midem kaldırır mı?" diye düşünsede, karnının sanki çılgınlar gibi guruldamasıyla önüne ne konursa konsun yemeye karar verdi ve " İyi deneriz." dedi.

Beş, on dakika kadar sonra küçük kızın kurmaya devam ettiği yer sorfasının etrafına Santiago ve ikisi bağdaş kurduklarında; Maria ocaktan kaldırdığı tencereyi ortaya indirdi ve önlerindeki boş kaseleri ağzına kadar doldurdu.

Kendi payına, Amerika kıtasına özgü ve börtü böcekle beslenen, zırh gibi pullarla kaplı memelinin arka bacağı düşen Cenk, annesinin " Şikayet etme ve her lokmayı ye. Yoksa geriye kalanlar öbür dünyada arkandan koşar." sözlerini hatırlayarak gülümsedi ve yemekten koca bir parça ısırıp çiğnedi.

Genç adamın yüzüne merakla bakan Yağmur " Nasıl beğendin mi?" diye sordu.

" Fena değil. Tadı biraz keçi etine benziyor."

" Hakkatten mi?"

" Evet."

Yağmur " İyi o zaman." diye pis pis gülerek kendi kasesine uzandı ve Cenk " İyide sen bana daha önce yedim ve güzel dedin." dedi.

Genç kız sırıtmaya devam ederek, " Armodillo'yu nereden bulacağım da lezzetli olup olmadığını bileceğim Cenk?" diye sordu.

" Yani daha önce yemedin ve tadı güzel mi, kötü mü öğrenmek için beni denek olarak kullandın."

" Biraz öyle oldu."

Bu arada, Maria sofraya yeniden yanaştı ve " Babaannem; şimdi onlar önlerindekileri yemekte zorlanırlar diye bunu size gönderdi." diye elindeki başka tencereyi aralarına indirip kapağını açtı.

Cenk " Bu ne?" diye sordu ve Yağmur, küçük kız cevap vermeye hazırlanırken araya girip " Ben biliyorum. Bu karınca yumurtası." dedi.

Delikanlı telaş içinde hemen " Ben armadilloyu beğendim. Diğeri kalsın." diye hâlâ elindeki bacaktan bir ısırık daha alırken Maria önce kıkırdadı ve " Tenceredeki baharatlı pilav." dedikten sonra kahkahalara boğuldu.

Cenk hemen oda gülmeye başlayan Yağmur'a döndü ve " Lütfen benimle dalga geçmeyi bırakır mısın." diye sitem etti.

" Tamam, tamam. Hadi, elindekini bırakta karnımızı pilavla doyuralım."

Delikanlı " Hoşuma gitti dedim ya. Ben pirinçle beraber bunuda yiyeceğim." dedi ve eti tekrar ısırdı.

Böylece, sonraki yirmi dakikayı bir yandan karınlarını doyururken, diğer yandan sohbet edip, bazen küçük kızın, bazen Yağmur'un; beşininde konuşulanları anlayabilmesi için söylenenleri ispanyolca ve ingilizceye çevirmesiyle geçirdiler ve herkes açlıklarını giderince sofrayı beraberce toparladılar.

Küçük kız ve babaannesi bulaşıklara girişirlerken, yaşlı adam dışarıdan birşeyler getirmek üzere evden çıktı ve duvarın kenarındaki büyükçe bir yastığın üzerine çöken Yağmur, Cenk'e " Bak ne diyeceğim." dedi. " Bu aileye bayağı kanım ısındı. Ortalık yatışana ve peşimizdeki adamlar bizi aramayı bırakana kadar burada biraz zaman geçirmeye ne dersin?"

Delikanlı kızın yanına çöktü ve " Daha önce ağzına bile almadığın şeyleri tattım diye bana yedirmeye çalışmayacağına söz verirsen tamam derim." dedi.


Senden gelen bela bâşım üstüne. ( Tamamlandı.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin