Hank Gilford son beş dakikadır belkide onuncu kez saatine bakarak " İstermisin bu kaltak çocuğu kurtarmaktansa elmasları iç etmeye karar vererek kayıplara karışsın." diye endişelenirken daha vakit erken olduğundan neredeyse boş olan barın kapısı açıldı ve Yağmur içeriye girerek onları bulabilmek için etrafına bakınmaya başladı.
Amerikalı hemen Cenk'le beraber oturduğu, üç tarafı arkaları baş hizasından daha yüksek deri koltukla çevrili masadan ayağa dikilip genç kıza el etti ve Yağmur yanlarına yürüyerek sevgilisinin yanına çöktü.
" Nasılsın canım?"
" Seni gördüm daha iyi oldum."
Genç kız ve delikanlı aralarında türkçe konuştuklarından, Hank elinden kaçmak için plan yapıyorlar zannederek " Kesin be!" diye araya girdi ve " Taşlar nerede?" diye sordu.
Bunun üzerine Yağmur otururken yere indirdiği çantasının fermuarını açıp içini bir süre karıştırdıktan sonra yirmi santime, onbeş santimlik siyah bir kutuyu masanın ortasına indirdi ve " Al!" dedi.
Amerikalı sevinçten içi içini yiyerek " Sonunda!" diye söylendi ve hemen elini atıp kutuda ne olduğu etraftan görülmesin diye masanın altına indirdi. İçine bakmak için ön tarafındaki metal kopçayı açarken parmağının kesilmesine aldırmayarak kapağı kaldırdı ve gördüğü şey karşısında hayal kırıklığına uğrayarak dişleri arasından öfkeyle " Benimle dalgamı ediyorsun!?" diye tısladı.
" İstediğin taş değil miydi? Al sana taş."
Hank içi çakıl dolu kutuyu öfkeyle masaya indirip " İkinizide şuracıkta geberteceğim." diye elini koltuk altına götürdü ve Yağmur sakin bir ses tonuyla " İşte bu yüzden elmaslar orada değil. Çünkü onları sana versem bile gitmemize izin verip vermeyeceğinden emin değildim." dedi.
" Neredeler!?"
Genç kız cebinden küçük bir kağıt parçası çıkarıp işaret ve orta parmakları arasından tutarak " Burada bir adres yazılı." dedi. " Ayrılmamıza izin ver ve bu senin olsun."
Amerikalı biraz önce kesilen parmağının sanki dağlanıyormuş gibi yanmaya başladığını hissederek " Beni peşinden bu kadar zaman koşturduktan sonra hayatta olmaz." dedi ve " Hem bana yalan söylemediğini nereden bileceğim." diye ekledi.
" Herkesi kendin gibi sahtekar zannetme. Ben sözümün eriyimdir ve yalan söylemem. Elmaslar bu adreste. Bırak gidelim ve zengin ol."
Hank elindeki neredeyse dayanılmaz hale gelen acının önce koluna, sonrada omzuna doğru hızla yayılmasına ve kalbinin deliler gibi atmaya başlamasına aldırış etmemeye çalışarak " Biraz öncede söylediğim gibi; hayatta olmaz." dedi ve burnundan akan bir, iki damla kan masanın üzerine düşüp kar beyazı örtüyü kızıla boyayınca gözleri faltaşı gibi açılarak lekelere baktı.
Yağmur yüzünde buz gibi bir ifade " Bize böyle bir cevap vereceğini bildiğim için hazırlıklı gelmekle iyi etmişim." dedi ve Amerikalı yüzünü buruşturarak elini göğsüne götürünce canının acısından artık silahına davranamayacak hale geldiğini görerek " Zehir tahmin ettiğimden çok daha etkiliymiş." diye gülümsedi.
" Ne zehiri?"
Genç kız " Seninle niye gündüz değilde akşam buluşmak istedim biliyor musun?" diye cevap verdi ve açıklamaya girişti." Çünkü elmasları ele geçirsen bile yaptığının gizli kalabilmesi için bizden kurtulman gerektiğini adım gibi biliyordum ve bunu önlemek için sabah ilk iş bir otöbüse atlayıp çöle gittim. Birkaç saat etrafı araştırdıktan sonrada kendime en büyüğünden üç, dört tane çıngıraklı yılan bularak hayvanları sağdım ve etkisini arttırmak için bir ateş yakıp elde ettiğim zehiri kaynatmaya başladım. İşim bitincede kutunun metal kopçasını bir jilet gibi keskinleştirerek geriye kalan konsantre sıvıyı oraya sürdüm. Yani anlayacağın, şu anda damarlarında belkide on kişiyi öldürecek kadar yılan zehiri dolaşıyor ve yaşayacak ancak bir, iki dakikan kaldı."
Duydukları yüzünden paniğe kapılan Hank hemen ayağa kalkıp etrafından yardım istemeye çalıştı ama en büyüğünden bir kalp krizi geçirmeye başlayınca koltuğa geri çöküp titremeye başladı.
Yağmur gözleri can çekişen Amerikalının gözlerinde " Bu arada. Dediğim gibi, ben yalan söylemem." diye hâlâ elinde tuttuğu kağıt parçasını açıp Hank'e gösterdi ve sarışın adam bakışları "Elmaslar çantamın içindeki kot pantolonun paçalarında." yazısından son nefesini verene kadar bekledikten sonra Cenk'e " Hadi gidelim." diye ayaklanıp kapıya yürüdü. İki sevgili barın kasvetli ortamından sokağın ferahlığına çıktıklarındada çantasındaki telefonu çıkardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senden gelen bela bâşım üstüne. ( Tamamlandı.)
General FictionYağmur ve hemen gerisindeki Cenk, zebellahın iri bedeninin arkasına pusarak esir tutuldukları odanın kapısından dışarı yürür yürümez küçük bir masaya kurulmuş ve önlerindeki tabaklardan karınlarını doyuran diğer haydut ve yaralı yüz onları farkedere...