MEKTUP

42 7 0
                                    

Kelebekle dertleşmek iyi gelmişti bana. En azından bu gece rahat uyuyabilmiştim. Sabah kalktığımda her zaman olduğu gibi,elimi yüzümü yıkayıp,pijamalarımı değiştirip aşağı indim. İner inmez kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Saat 10:30'du. Dün gece kelebek'le konuştuktan sonra yağızla beraber arkadaşlarla toplanmıştık. O yüzden eve geç gelmiş,sabah da geç kalkmıştık. Bugün okulun ilk günü olduğu için 12:00'da gidip,03:00'da çıkacaktık. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra dışarı çıkmak için odama çıkıp ceketimi aldım. Mahir amca ve kelebek evde olmadığından onları kahvaltıya çağırmaya gidecektim. Onlar benden de erken kalkıp nasip bakkala gitmişlerdi. Bizim nasip bakkalın sahibi mesut amca,işleri yoğun olduğunda mahir amca ve kelebek'i çağırırdı. Yine öyle olmuştu. Kahvaltıyı hazırlamıştım,tam ceketimi giymek için omuzlarıma aldım ki,ceketimin cebinden küçük bir zarf düştü. Şimdi olacak iş miydi bu?. Mecburen eğilip aldım zarfı. Bu zarf, hastanede bulduğum zarftı. Üstünde sadece isim yazıyordu "Nihat"...
Bu zarfı bulalı çok olmuştu ama hiç merak etmemiştim. Şimdi yine çıktı karşıma,bu sefer şüphelenmiştim. Hastanede belki biri düşürmüştür diyerek atmıştım ceketimin cebine. Ama o zamandan bu yana hiç sahibini araştırmamış,içine dahi bakmamıştım. Zaten okumak da bana düşmezdi. Bu,Çınar komiserin işiydi. Okuldan sonra bolca vaktim olacaktı. Zarfı götürüp ondan yardım isteyebilirdim. Yine erteleyip attım ceketimin cebine. Ahşaptan yapılmış dolaptan,aldım anahtarlığı ve çıktım evden. Kahvaltı masası hazır Mahir amca ve Kelebek'i bekliyordu. Yürüyordum kasabanın sokaklarında. O mis gibi yapılan taze reçellerin kokusunu çektim içime;Kayısı,vişne,çilek,ayva..
Reçellerin o taze kokusu o kadar güzel sarmış ki kasabanın sokaklarını insanın içini açan,ona mutluluk veren,içindeki çocuğu ortaya çıkaran.
Az önce yanımdan rengarenk balon satan bir amca geçti. Yüzünde hafif bir gülümseme,elinde,çocukları mutlu edebilecek her şey belkide. Baloncu amca bağırıyor;
-balon vaar!
Biraz sonra elinde parayla küçük bir çocuk yaklaşıyor.
-"balon istiyorum,balon"diyerek amca'nın yanına koşuyor. Baloncu amca çocuğun sesini duyar duymaz adımlarını yavaşlatıyor. Çocuk içindeki heyecanla koşuyor balonlara doğru.
Ve tekrarlıyor;
-"balon istiyorum, balon"...
Baloncu amca elindeki balonlardan bir tanesini ayırıp,çocuğa veriyor. Ve para almadan yoluna devam ediyor. Gidiyor şimdi,başka çocukların yüzündeki gülümseme olmaya. Az önce bir çocuğu mutlu etmenin sevincini yaşadı baloncu amca. Belki de bu,onun için her şey demekti. Bir insanı mutlu etmek,gerçekten paha biçilemezdi..
Düşündüm kendi kendime hâla böyle insanların olduğunu bilmek güzeldi. Onlarla beraber yaşamak,gülmek,ağlamak,dertlerine ortak etmek az da olsa huzur verirdi insana. Bizim kasabada işler biraz farklı. Sevgi dolu umut dolu. Diğer kasabalardan bağımsız,kendi gelenekleri kendi adetleri var. Ve bunları aylarca hatta senelerce yürütmüşler. O kadar muazzam bir şekilde bağlılar ki kültürlerine,onların içinde yaşadıkça,onlarla beraber oturup kalktıkça,gerçekten uyum sağlıyorsun. Hayatları o kadar renkli ve o kadar eğlenceli ki insanın onlarla yaşayası geliyor. Bu kasabada kimse tek başına bir iş yapamaz. Bir kimse,bir iş yapıyorsa mutlaka ona destek olunur. Herkes o yardım elini uzatır yoksullara,ihtiyacı olana. Yürürken bir yandan da mektubu düşünüyordum. Mahir amca'dan izin istemek için şimdiden yol yapıyordum. Kolay kolay izin vermezdi. Kasabayı daha yeni tanımaya başlıyordum. Sadece bizim mahalleydi bildiklerim. Karış karış gezmiştim heryerini. Daha fazla uzaklaşmayı düşünmemiştim hiç. Yetiyordu "Gesi" bana. O kadar sıcak ve o kadar değerliydi ki Gesi'nin sokakları. Efsanelere göre çok insanlar yaşamış burada. Zengini fakiri hepsi bir arada. Hatta kasabada,meydanda duran o eski zincirli kuyunun da, o zamanlardan kaldığı halk ağzından sıkça duyulur. Şimdi bende,o zincirli kuyunun yanından geçiyorum. Gerçekten ilgi çekici bir yapısı vardı. Nasip bakkal ise kuyunun tam çaprazındaydı. Yürüye yürüye gelmiştim Mahir amca'ların yanına. Bakkal'ın kapısı her daim açıktı. Mahalleliyle iç içeydi. Kapıdan girdiğimde,Mahir amca merdivene çıkmış tavandaki ampulü değiştiriyordu. Kelebek ise dolapların kapaklarını tamir ediyordu. Mesut amca'da, eline çayını almış Mahir amca'yla sohbet ediyordu. Anlaşılan izin verilmemişti Mesut amca'nın çalışmasına. Zaten çok yoruluyordu,sabahtan akşama kadar çalışıyor ve o parayla iki çocuk okutuyordu. Kelebek işini bitirir bitirmez yanıma geldi.
-hoşgeldin Ateşböceği.
-hoşbulduk Kelebek.
-acil bir şey mi oldu? Neden bu saatte geldin?
-kahvaltı hazırlamıştım,onun için çağırmaya geldim. Hep beraber kahvaltı yapalım. Sabahtan beri bir şey yemediniz.
-anladım. Bende çok acıkmıştım zaten. Hem işlerde bitti,hep beraber yaparız kahvaltıyı. Sonra da okula gideriz.
-tamam.
-hâla okul için düşüncelerin aynı mı ateşböceği? Değişen bir şey olmadı mı, yine korkuyor musun?
-hayır. Hayır korkmuyorum Kelebek. Seninle konuştuktan sonra yendim sanırım korkumu. Sonra kendi kendime düşündüm,korkmak gereksiz bir duyguydu. Özellikle okul için.
-sevdindim. Yani korkmamana.
-bende sevindim..
Kelebek'le konuştuktan sonra mesut amca dükkandaki son dokunuşları yapıp, hep beraber kahvaltı yapmaya tekrar bizim eve geldik. Masaya oturduk ve kahvaltı yapmaya başlarken konu açıldı. Mesut amca konuşmaya başladı;
-Ee çocuklar,okullar açıldı artık heyecan var mı? Gerçi sizin için bir şey değişmiyor,ilk defa okula gitmiyorsunuz değil mi? Dedi ve şaka yaptığını belli etmek istercesine güldü. Mesut amca'nın söylediğini duyunca başım öne eğildi. Derken Mahir amca bana bakıyordu.Üzüldüğümü anlamasın diye güldüm. O da güldü. İçimden geçiriyorum,"inşallah bir şeyler anlamamıştır" diye. Mahir amca güldüğümü görünce şüphelenmemişti. Ama benim canım o kadar yandı ki,söyleyemedim.
Ama kelebek'e söz verdim. Başaracağım. Pes etmek yoktu. Sonuna kadar savaşmak vardı.
Mesut amca'da durumu bilmediği için hâla kahvaltısını yapmakla meşguldü. Derin bir nefes alarak önümde duran çayımı yudumladım. Hiç bir şey olmamış gibi kahvaltı yapmaya devam ettim. İçim buruktu. Çok acıkmıştım. O yüzden keyifli bir şekilde kahvaltımı yaptım. Bitirdikten sonra Mahir ve Mesut amca çardağa geçtiler. Bende hızlıca masayı toplamaya koyuldum. Kelebek'te bana yardım etti. Beraber hızlıca kaldırdık masayı. Güneşte yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyordu. Öğlen olmuştu. Okula gitmek için bir saatten az zamanımız kalmıştı. Hemen hazırlanıp yola koyulduk. Okula doğru ilerlmeye başladık.
Heyecanım her adım atıp,okula yaklaştığımızda daha da artıyordu. İlk defa okula gidiyordum. Bunun verdiği duygu gerçekten başkaydı. Okula gitmemiş olmak benim için bir eksiklik değildi,fakat ailemin beni okutmaması,işte canımı yakan kısmı burasıydı. Beni sevmedikleri gibi bir de her şeyden mahrum bırakıyorlardı. Şu ana kadar hiç arkadaşım olmamıştı. Dışarıda çocuklar oyunlar oynarken ben hep onlara demirli camdan bakardım. O, rutubetli odamın tek camıydı. Oradan bütün gökyüzü gözükürdü. Geceleri yıldızlar parıldardı. Ne zaman ki babam o cama demir taktırdı. İşte o zaman nefessiz kaldım.Artık, demir parmaklıklar arasından bakıyordum mahallede oynayan çocuklara. Balkonlara da çıkmam yasaktı. Evimizin bahçesine de. Daha küçük yaşlarda hasret kalmıştım gökyüzüne. Gece boyunca ağlardım hep. Yıldızlar kayboldu diye. Arkadaş olmuştum onlarla. İsim bile takmıştım. Her gece gökyüzüne bakar,saatlerce konuşurdum. Baba'mı şikayet ederdim yıldızlara.
Ondan sonra nefret ettim babam'dan. Arkadaşlarımı almıştı benden. Benim yıldızlarla olan arkadaşlığım,babamın oynamama izin vermediği mahalledeki çocuklardan daha değerliydi..

AY BU GECE ÇOK KARANLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin