Bölüm 18

235 14 2
                                    

Hilal ve Aral hastaneden çıkmışlardı. Ne Aral ne de Hilal konuşuyordu. Doktor Tarık elinden geleni yapacağını bir çözüm bulmaya çalışacağını söylemişti. Oysa üçü de biliyordu bir çözümün olmadığını. Doktor Tarık Hilal'den bu durumu annesine bahsetmesini istemişti. Ama Hilal Doktor Tarık'ın bu isteğine olumlu ya da olumsuz bir cevap vermemişti. Arabaya bindiler. Hilal radyoyu açtı. Radyoda Sezen Aksu-Vay çalıyordu. İkisi de hala konuşmuyordu.  Hilal yolu izliyordu ama biliyordu bu yol ne okula ne evine ne de Aral'ın evine gidiyordu. Önceden olsa belki merak eder Aral'a sorardı. Ama şu an hiçte merak etmiyordu. Aral da biliyordu önceden olsa bu yoldan gittikleri zaman Hilal'in yarım saat boyunca nereye gidiyoruz diye soracağını.  Hilal tek bir şey düşünüyordu. Bunu sevdiklerine nasıl söyleyecekti? Hilal o an bu iyi ya da kötü olduğunu söylemek için daha çok erken olan hayata gözlerini kapatabileceğini değil, kapatırsa sevdiklerinin ne kadar üzülebileceğini düşünüyordu.

Aral haklıydı. Hilal ne olursa olsun kendini değil sevdiklerini düşünenlerdendi. Bu sırada Hilal'in gözünden bir damla yaş aktı. Aral bunu görünce usulca eliyle Hilal'in akan göz yaşını sildi. Hilal ise hiçbir tepki vermedi. 15 dakika sonra büyük ahşap bir kulübenin önünde durdular.  Sadece karşılarında duran iki katlı şirin eve bakıyorlardı. En sonunda Aral'ın "Hadi." demesiyle arabadan indiler. Aral cebinden çıkardığı bir anahtarla evin kapısını açtı ve içeri girdiler. Hilal Aral'ın gösterdiği yere geçip şöminenin önündeki tekli koltuğa oturdu. Aral mutfağa kahve yapmaya gitti. Bu sırada Aral'ın telefonu çaldı. Arayan Mert'ti. 

"Alo, neredesin abi ya?"

Aral elindeki bardağı masaya bıraktı."Mert biz Hilal'le üç hafta yokuz. Haberiniz olsun. Herkese söyle. Bir de kimse aramasın cevap vermeyeceğiz. Hadi görüşürüz." dedi ve Mert''in bir şey demesine izin vermeden kapattı.

 Mert ne olduğunu anlamadan yanındaki Ateş'e ve Barış'a Aral'ın dediklerinin aynısını iletti. Ateş tabi ki de beklendiği gibi sinirlenip hemen Hilal'i aradı...

Hilal'den:

Telefonumun çalmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp arayan kişiye baktım. Arayan Ateş'ti. Kendimi hemen toparladım ve telefonu açtım.

"Alo kanka?"

"Hilal neredesin sen ne oluyor?"

"Ateş bir sakin olabilir misin kanka? Ne diyorsun?"

"Aral Mert'e biz Hilal'le üç hafta yokuz falan demiş. Ne demek bu?"

"Ya Ateş bir şey yok ya sakin ol. Güven bana. Bak ben şimdi çok yorgunum gelince her şeyi anlatacağım. Ama şimdi değil. Tamam mı?"

Ateş derin bir nefes aldı ve bıkkınca 

"Tamam." dedi.

"Görüşürüz." dedim ve telefonumu kapattım.

Aral elinde iki fincanla yanıma geldi ve birini bana uzatarak karşımdaki tekli koltuğa oturdu. Bana baktığını biliyordum. Ama bakmamak için direniyordum. Bu direnişim fazla sürmedi ve gözlerimi Aral'ın gözlerine kitledim. Bakışları farklıydı. Eski uyuz, egoist, odun Aral gibi bakmıyordu. Böyle bakmasına daha fazla katlanamadım ve sanki daha bir saat önce beyninde tümör olduğunu öğrenen ben değilmişim gibi normal bir konu açtım. 

"Eee? Var mı birileri?" diye saçma bir soru sordum.  

"Hilal, güçlü olmak zorunda değilsin. Hiçbir şey olmamış gibi yapmak zorunda değilsin. İçine atmak zorunda değilsin. İçinden ne geliyorsa onu yap. Yani hep yaptığın şeyi yap. Doğal ol. Canın ne istiyorsa nasıl istiyorsa öyle davran. Bunları yaparken gerçek Hilal gibi davran. Hani şu atarlı hırçın olan var ya işte o ol. Kendin ol." Haklıydı. Bunların hiçbirini yapmak zorunda değildim. İçimden ne geliyorsa onu yapacaktım ve bunları yaparken kendim olacaktım. Güçlü durmaya çalışmayacaktım. O an içimden ağlamak geliyorsa oturup ağlayacaktım. Derin bir nefes aldım ve konuştum.

HASTALIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin