Önünde durduğum kocaman çift kanatlı kapıya az önce yaşanan olayın etkisiyle baktım. Sanki kapının yüzeyinde olay tekrar tekrar oynuyor ve ben her izleyişimde biraz daha kızarıyordum. Şu yaşıma kadar, ne bir erkekle göz göze gelmiş ne de bir erkekle o şekilde görüşmüştüm. On yedi yıllık fani hayatımı sıkı kaidelerden başka yöneten kimse olmamıştı ve böyle de devam edecekti ama bu gece olan şey aklıma girmiş ve oluşan tüm katı kuralları tek bir seferde yıkmış gibiydi.
Nizar Ağa ve iki cariye kapının yanında girmem için hazır olmamı bekliyorlardı. Buna hazır değildim. Belki de hazır olmamak için artık çok geçti. Hangi görevle bu saraya casus olarak gönderilmiş olursam olayım Kral'ın, babamın, beni bu saraya ne sebeple gönderdiğini biliyordum. Ciğerlerimi sızlatan bu acı belki de üstesinden gelemediğim tek hastalıktı.
Hafif bir baş selamıyla kapıları açmalarını söylediğimde Nizar Ağa cariyelere işaret verdi ve kapılar yeni bakımı yapıldığını belli edercesine ufacık bir ses bile çıkarmadan açıldı. Ciğerlerime derin bir nefesi misafir ederek odaya girdim. Oda genişti. Sol taraf boydan boya cam ile çevriliydi. Tam karşımda yüksek, dört direkli bir yatak vardı. Odada nereye açıldığını bilmediğim iki kapı daha vardı. Ay ışığını içeri alan pencerelerin önünde Valide Sultan'ın oturduğu boydan boya bir divan vardı. Sultan'ın cariyeleri iki tarafına dizilmiş, ne isterse yapacak vaziyette bekliyorlardı.
Yüzüme sahte olmadığını düşündüğüm bir gülücük yerleştirip Valide Sultan'ın bulunduğu kata, bir iki basamak çıkıp tam karşısında dikildim. Pudra ve krem renginin hakim olduğu değerli taşlarla süslenmiş elbisesiyle, tüm heybetiyle divana oturmuştu. Yüzünün hatlarında belli olan yaşanmışlıklar onun makyajı gibiydi.
Her ne kadar bana tepeden bakması rahatsız etse de göğsünü kabartan bu kibirli güce hayran oldum. Eteklerimi iki yana açıp hafif bir reverans yaptığımda el hareketiyle kalkmamı emretti.
"Prenses Elizabeth," diyerek beni selamladı.
"Sultanım."
Hiç istifini bozmadan, "Dilimizi biliyorsun." dedi.
"Hayatım boyunca öğrenecek çok zamanım oldu." dedim, dört yaşımda Osmanlı Türkçesini konuşmaya başladığımı gizleyerek. Her ne kadar insanlar bunları bilmesede çoğu şeyi normal çocukların yeni okuma yazma öğrendiği zamanlarda öğrenmiştim. Yedi yaşındaki bir çocuk yazmaya çalışırken ben savaş sanatlarında ustalaşmıştım. Savurduğum kılıcın altındaki boynun sahibinin ben olduğunu bilmiyordum.
Efruz Sultan eliyle yerdeki minderi işaret ettiğinde benden beklenilmeyecek kadar sakin bir tavırla gidip oturdum. Beklediğimden daha yumuşaktı.
"Ağabeyin Prens William ile bu sabah teşrif etmişsiniz sarayımıza. Oysaki biz küçük erkek kardeşiniz Prens James'i de bekliyorduk."
James benden iki yaş küçük erkek kardeşimdi ve her ne kadar o da gelmek istese de derslerine mani olması nedeniyle sarayda kalmayı tercih etmişti. James, benim ve William'ın aksine resime hiç ilgi duymamış daha çok müzik ile uğraşmıştı. William ile ben ne zaman boş bir vakit bulsak boyalarımızı alır resim çizerdik, James'de kemanıyla bize eşlik ederdi. James'i düşünmek beni anlık olarak gülümsetse de nerede olduğumu hatırlayınca ciddi bir ifadeyle Efruz Sultan'a döndüm.
"Her ne kadar bizimle beraber gelmek istese de aksatmaması gereken dersleri vardı Sultanım. Kral ve Kraliçe'de sizlere selam ilettiler." Ne annem ne de babam böyle bir şey söylemişti.
"Gelmemeleri çok kötü, böyle bir lütuftan mahrum kalmalarını istemezdim." Yaptığı küçümseme ne kadar midemi bulandırsa da yüzümdeki sırıtışı silmemeyi başarmıştım. Görevimi bitirene kadar gerçek Elizabeth'i içeride saklamam gerekecekti.
![](https://img.wattpad.com/cover/181439989-288-k707253.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül ve Hançer
Historical Fiction❗️Yetişkin ögeler içermektedir.❗️ Adım Elizabeth. Bir prenses olarak doğduğum Westminster Sarayı'nda ruhumun en ufak kırıntısını soğuk taşların arasına saklamıştım. Yalnızlığımı o ufak kırıntılarla saklambaç oynayarak geçirmiştim. Tenime satır sartı...