Genç kadın, oturduğu pencerenin önünde sessizce gözyaşı dökerken kimse ona dokunmaya cesaret edemiyordu. Dışarıda şarıl şarıl yağan yağmur kötü malumatın habercesi gibi hiç dinmeden dövüyordu yeryüzünü. Kadının izlediği cama değen damlalar oturduğu köşkün gözyaşları gibi kayıp gidiyordu. Aklındaki tek düşünce oğluydu. Eğer kaybederse onu, hayata bağlandığı bütün halatlar tek seferde kopacaktı. Bu düşünceyle daha da içli ağlamaya başladı. Öyle feryat etmiyordu ama birisi onu görse oldukça üzülürdü, bunu biliyordu. Dudaklarının arasından yalnızca bir isim dökülüyordu.
"Yavuz."
Defalarca tekrarladı bunu. Sanki ne kadar tekrarlarsa o kadar gerçek olurmuş gibi hissediyordu.
Kapı tıklatıldı ama açılmadı zira kilidi sımsıkı kapalıydı. "Afife," dedi kapının arkasından annesi. "Aç artık kızım şu kapıyı, meraktan öleceğim." Afife annesi ile babasıyla oldukça iyi geçinen bir kızdı. Babası vezir-i azam olmasına rağmen kızına bakıyor, onunla ilgileniyordu. Ta ki geçen yıla kadar. Bir savaşta kaybetmişti babasını ve işte o günden beri annesi ile arasına da mesafe koymuştu.
Git, demek istedi kapının arkasındaki annesine. Git ve bana oğlumu getir.
Şehzade Yavuz daha on sekizine yeni basmıştı ve Yavuz serpilip delikanlı olunca annesi onu daha da koruyup kollamıştı. Biliyordu ki hayatı boyunca onu rahat bırakmayan Efruz, oğlunu da elinden alırdı. Hissettiği acıyla yeniden hıçkırırken iki elini yüzüne bastırarak ağlamasını dindirmeye çalışıyordu lakin bu mümkün değildi. Eğer oğlu için ölüm haberi gelirse yıkılırdı.
Ahşap kapı yeniden zorlandı ama bu sefer gelen annesi değildi.
"Anneciğim," dedi Huricihan. "Neden oradasın, seni özledim."
"Geliyorum, meleğim." dedi ama sesi öteye geçemedi. Tekrar camdan dışarıya baktığında köşkün bahçesine yağmuru yararak giren bir atlıyı gördü. Hızla yerinden doğrulurken kapıyı açtı ve yuvarlanma pahasına merdivenlerden indi. Dış kapıdan çıkarak atlının yanına gittiğinde sırılsıklam olmuştu bile.
Şehzade Cihangir siyah arap atından inerek kafasına geçirdiği pelerini indirdi. Bu haberi o vermek istemiyordu zira acısı onun da tazeydi. Yıllardan beri örnek aldığı ağabeyi, en yakın arkadaşı öldürülmüştü ve yas içindeydi. Babası haberi verecek olan kişinin o olmasını istemişti. Gör bak, diyordu babası, ağabeyine olanlar sana da olabilir.
"Söyle Cihangir, nerede Yavuz?" dedi Afife, Cihangir'in yakalarına yapışarak. Cevabı biliyordu lakin bir umuttu içindeki. "Söyle nerede oğlum?" dedi. Akan gözyaşları yağmurunkiyle karışıyordu. Boğazından gelen hıçkırıklar kelimelerini toparlamasını engelliyordu.
"Söz vermişti bana," dedi Afife Cihangir'i iterek. "Daima bana döneceğine söz vermişti." Cihangir göz ucuyla köşkün kapısında duran Huricihan'a baktı. Küçük kız her şeyden birhaber ağlıyor ve annesinin neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordu.
Sonra Cihangir söyledi.
Afife sustu.
Gök çığlık çığlığa ağladı.
Son yağmur tanesi, bütün kinini evladını yitiren bir annenin yüreğine kustu.
*
Bakır tepsi büyük bir gürültüyle sofraya çarptı.
Elizabeth bunu duyunca uyku mahmuru gözlerini hızla araladı lakin aniden gözlerine nüfuz eden gün ışığı onu iyice sersemletirken başına iğrenç bir ağrı girdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/181439989-288-k707253.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül ve Hançer
Ficção Histórica❗️Yetişkin ögeler içermektedir.❗️ Adım Elizabeth. Bir prenses olarak doğduğum Westminster Sarayı'nda ruhumun en ufak kırıntısını soğuk taşların arasına saklamıştım. Yalnızlığımı o ufak kırıntılarla saklambaç oynayarak geçirmiştim. Tenime satır sartı...