- 6 -

7.1K 635 259
                                    

İki saat geçmişti ve ben iki saattir fen bilimleri rafından çıkamamıştım. Tanrı aşkına okulumuz öğrencileri bilime bu kadar meraklı mıydı gerçekten? Neredeyse kütüphanenin tamamından bu kitaplar çıkıyordu, hiçbiri olması gereken yerde değildi. Çocuk romanları arasında etle beslenen bitkiler üzerinde yapılan deneyler konulu bir kitabın ne işi vardı?

"Biraz dinlenin." Kütüphane görevlisinin sesini duyduğumda elimdeki üç kitapla birlikte arkama döndüm. Elinde küçük bir tepsi vardı. Bitki çayının kokusunu alana kadar acıktığımı da bilmiyordum, çok iyi gelmişti doğrusu. Kitapları bırakıp teşekkür ederek tepsiyi aldım. Şimdi iş Jeon'u bulmaktı.

İki üç raf ilerlemiştim ancak bir yerde görünmüyordu. En sonunda camın önünde otururken bulmuştum onu. Yanında üst üste dizilmiş kitaplar, kucağında bir kedi ve elinde de bir kitap vardı. Yavaşça kediyi okşarken dudaklarını hareket ettirerek kitabı sessizce okuyordu. Bu halini görenler onun uysal ve söz dinleyen biri olduğunu düşünürdü ancak uzaktan yakından alakası yoktu. Rol yapmayı gerçekten iyi bilen biriydi.

Geldiğimi duyunca başını kaldırıp bana baktı ve kedi beni görür görmez kaçıp gitti. Gidip yanına oturdum ve tepsiyi ortaya koydum.

"Kadın getirdi." Çaydan kendime döktüm ve kurabiyelerden bir tanesini ağzıma attım.

"Baksana, bir şey buldum. Çok güzel." Sağ yanına uzanıp bir kart aldı eline ve okumaya başladı.

"Sevgili Seokmin,
Busan'da seninle tanıştıran Tanrıya şükürler olsun. Hala birbirimizi tanıyamıyoruz ama devamlı buluşma aracılığıyla birbirimizden haberdarız. Tanrının sevgi ve sevincinin senin hayatına dolması için dua ederim. İsa Mesih aracılığıyla Tanrının çocuğu oldu. Senin de Tanrının hayal ettiği bir hayat yaşamanı bereketliyorum.
Soojoon hyung. "

Okuduktan sonra kağıdı bana verdi. Eski bir kartpostal gibi duruyordu, üzerinde bir kral ve kraliçe figürü vardı. Arkasında da çirkin bir el yazısıyla yazılmış bu yazı. Geri uzattım.

"Çok sevimli değil mi? "

"Sen yazdın bunu kesin." Kurabiye ve kart ayrı ayrı ellerinde, bana bakıyordu.

"Ne?" Uzanıp kartı tekrar aldım.

"Bak, şurada Jungjeon yazıyor. Sensin bu. Uğraşma." Kartı alıp gösterdiğim yere baktı ve sonrasında kurabiyeyi ağzına attı.

"Sen diyene kadar fark etmemiştim bile. Vay canına. Resmen benim bulmam gerekiyormuş bunu." Bir şey demedim. Çayımı içtim ve o da kitabını okumaya devam etti.

"Ne kadarı denizlerin kumda çizer yolunu,
Ve kumların ne kadarının kaskatı kesinlinceye dek taşta duası edilmiştir." Birden sesli okumaya başlamıştı. Ona döndüm. Sayfaları karıştırıp karıştırıp aralardan birkaç mısra okuyor, sonrasında fincanı dudaklarına yaklaştırıp yudumluyordu. Birkaç dakika sonra da kedi geri gelmişti, usulca eski yerine girdi.

"Güneşle ay devam ettiler yürümeye-
Onlar ki bir şeycikler görmemiş olan iki şaşı şahit." Sayfayı değiştirip fincanı tepsiye koydu. Saçlarını arkaya taradı ve kedinin başını yavaşça okşamaya başladı. Bir an göz göze gelsek de istifini bozmadan devam etti.

"Aşındır okyanuslarla korunamayan ışığımı tuz firarıyla,
Ve belle rüzgar ilmini
Ruhun uç veren manzarasında." Aralık pencereden hafif hafif esiyordu. Saç telleri onun inadına alnına dökülüyor, rüzgarla birlikte hoyratça dans ediyordu. Bir zaman sonra aldırmadı, saçlarına daha dokunmadı. Epeyce karıştırdıktan sonra kitabı, son bir cümle söyleyip kapattı.

"Hepimiz tadacağız ölümü." Tabakta kalan son kurabiyeyi de yiyip ayağa kalktı. Elimdeki fincanın o an farkına vardım, soğumuştu. Kedi raflar arasında kayboldu.

auditoriumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin