Haftasonunun tüm sıkıcılığı ve iğrençliği bu dört duvar arasında parlıyordu tam şu an. Çünkü dışarıda dünden beri dinmek bilmez sağanak yağmur vardı ve ben ıslanmaktan nefret ederdim. En azından, yağmurda ıslanmaktan.
Saat çoktan on ikiyi geçmişti ancak bu küçük yurt odasının içerisi hala alacakaranlıktı. Bulutlar geçit vermiyordu gün ışığına. Ben de tembel olmayı seçtim, ranzanın üst katındaki yatağımda pinekliyordum. Hoseok pencere önüne oturmuş, gitarını tıngırdatıyordu. Yoongi sanırım banyodaydı ve oda arkadaşımız Jeabum da telefondan oyun oynuyordu. Bu odada üç kişi olsak da hep dört gözüküyorduk çünkü Hoseok genelde oda arkadaşları ile anlaşamaz, soluğu burada bulurdu. Jeabum başlarda sorun etse de Hoseok kanındaki tüm hayat enerjisi ile kendisini sevdirmişti. Arada yatağında bile uzanıyordu. Hiçbirimizin yapamayacağı şey Yoongi'nin yatağına uzanmaktı zaten.
Ben ranzanın üstündeydim ve Jeabum da altta yatıyordu. Daha odaya ilk geldiğimiz an Yoongi kendisini tekli yatağa atmıştı. O günler onunla çok tartışsam da ağzımın payını almıştım. Jeabum sonradan gelmişti ve ilk günkü gibi Yoongi'den korkuyordu. Öyle ki tam o an Yoongi banyodan çıktığında korkup elindeki telefonu düşürdü.
"Dostum, sen yapmasan ben kıracaktım telefonunu. Aptal oyununun sesi yüzünden odaklanamıyorum."
"Kes sesini, Hoseok." İkisi tam o an büyük bir çekişmenin içine girebilirdi fakat Yoongi'nin bakışları odada dolaştığı sürece bunu asla yapmayacaklarını biliyordum.
"Akşamki etkinlik iptal. Siktiğimin herifleri öyle cimri ki asla ücreti arttırmıyorlar. Ben mal değilim, oraya ihtiyacımız yok." Hiçbirimize aldırmadan üzerini giyerken mırıldanıyordu Yoongi. Kendini yatağa attığında Hoseok yerden kalkıp yanına yaklaştı.
"Telefon faturamı ödeyecektim."
"Hoseok, sen de mal değilsin. Çıkmayacağız." Islak saçları beyaz yastığını nemlendirdiğinde Hoseok'un ona sinirle baktığını görebiliyordum. Yoongi ne derse onu yapacaktık, çaresizliği boşunaydı.
"Ceset gibisiniz, ben biraz dolaşmaya çıkıyorum." Ranzadan düşmekte son anda kurtuldum ve sandalye üzerindeki kot ceketime uzandım.
"Yağmur yağıyor, Taehyung. Nereye gideceksin ki?" Jeabum hala yerde dağılan telefonunu toplarken yüzüme dahi bakmadan konuştuğunda çoktan kapıyı açmıştım.
"Sıkıldım, buralardayım."
Ellerimi cebime atıp koridorlarda dolaşmaya başladım. Çoğu kişi bugün yurttaydı, odalardan gürültü yayılıyordu. Müzik odasına gitmeyi düşünsem de vazgeçtim. Nihayetinde kendimi kantinde bulmuştum.
Otomattan bir kahve alıp herhangi bir masaya attım kendimi. Şu kızla hala konuşuyorduk ama bir türlü kıvama gelememişti, canımı sıkıyordu bu durum.
Televizyonda saçma bir program gösteriliyordu. Masalar nispeten doluydu ama koca kantin fazlasıyla gürültüydü çünkü Jeon Jungkook gereksizi ve fedaileri köşedeki masada benim bile utandığım şekilde takılıyordu. Gerizekalı olmalıydılar çünkü bunların başka açıklaması olamazdı. Adının Jimin olduğunu hatırladığım yerden bitme kılıklı elinde bir litrelik kola şişesini sallıyordu. Jungkook ve kim olduğu ile zerrece ilgilenmediğim diğer çocuk kendilerini transa sokup onu seyre dalmışlardı. Jimin asla kahkahalarını durduramıyorken birden elindeki şişe (doğal olarak) patladı ve üçünün de yüzüne bulaştı. Ama gelin görün ki bu üç salak bu durum karşısında deli gibi gülüyorlardı. Okul içerisinde olmasak kafalarının güzel olduğunu düşünecektim. Gerçi bu gerizekalılar onu da yapar.
Jeongguk elindeki krakerleri de arkadaşlarına fırlatmaya başlayınca olanlara daha fazla katlanamayacağımı anladım ve yerimden kalktım. Ne yazık ki bahtsızlığım yakamı bırakmıyordu. Çıkışa giderken Jungkook bana seslenmişti.
"Hey, Taehyung?" Aldırmayıp yoluma baktım. Gerçekten hiç çekemezdim.
"Taehyungie~ Dün geceden sonra utanıyor musun yoksa?" Üçünün arkamdan gelen kıkırtıları kulaklarımı dolduruyordu. İğrenç velet, bundan ölesiye zevk alıyordu. Arkadaşları da kendi gibiydi.
Sakinlikle arkamı döndüğümde ikisi aynı yerde oturuyordu fakat Jungkook birkaç adım önümdeydi.
"Siktir git, Jungkook."
"Tamam, olur." Bunu söylerken ellerini arkasında birleştirip bana daha da yaklaştı. O iki gerizekalı hala gülüyorken Jungkook dilini ağzının gezdirip duruyordu. Bu beni tahrik mi etmeliydi şimdi?
"Jungkook, sen ibnesin diye herkesin götten sikiştiğini sanıyorsun ama üzgünüm. Burası gay cenneti falan değil."
"Hey!" Arkadaki dingillerden biri bağırdığında oralı olmadım çünkü o an Jungkook'un suratının an be an sinire ev sahipliği yapışını izliyordum. İşte, şimdi eğlenen taraf bendim.
"Sana bu okulu dar etmeye devam edeceğim Taehyung, bundan hiç şüphen olmasın." Başımı eğip güldüğümde ellerini yumruk yaptığını görmüştüm ama bu beni hiç korkutmuyordu. Bir şey demeden yürümeye başladım. Ama birkaç saniye sonra biri beni itttiğinde işlerin hiç iyi yere gitmeyeceği belliydi.
"Duydun mu beni?! Sürekli bela olacağım başına, sürekli! Senden nefret ediyorum Taehyung!" Acımadım, gerçekten düşünmedim bile. Hızla yüzüne bir yumruk indirdiğimde çoktan yeri boylamıştı ve bu umurumda, hatta sikimde bile değildi. Dudağı kızarmıştı, belki de patlamıştı, bana ne!
Eğilip yakasını avcumun içinde topladım ve o derin derin solurken kulağına fısıldadım.
"Hyung diyecektin sanırım, bebeğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
auditorium
Fanfiction🎲 "Bunu fazla abartma bence, ne de olsa ikimiz de adrenalin için buradayız." Jungkook, Taehyung'a hayatı zindan etmek için ant içmiştir. Fakat tüm bunlar olurken Taehyung'un hayatındaki en büyük eksikliği gidereceğinden bihaberdir. haters to lover...