30 Nisan 2060
Zeynep'ten
Belimdeki rahatsız edici ağrıyla yatakta doğrulduğumda gözlerimi zorlukla açtım. Pencereden içeriye sızan güneş ışıkları gülümsememi sağlarken aklıma yeni gelen şeyle hızlıca yatağa baktım. Ama Resûl yoktu.
Yataktan kalkıp rutin işlerimi hallettikten sonra aynanın karşısına geçip artık yer yer beyazlamış saçlarımı ördüm. Odadan çıktığımda tüm odalara baktıktan sonra sonunda bahçeden mutfağa doğru gelen Resûl'ü görmemle yüzümde çocuksu bir mutluluğun yansıması oluştu. Mutfağa girdiğinde gülümseyerek "Günaydın." demesiyle sıcak bir tonla karşılık verirken kollarının arasına girdim. Geri çekildiğimde kahvaltının çoktan hazırlandığını görmenin mutluluğunu yaşarken zil de çalmıştı.
"Çocuklar geldi herhalde." diyerek aynı mutlulukla koşar adımlarla kapıya yönelirken Resûl de arkamdan gelmişti. Kapıyı açtığım anda "Biz geldik!" diye bağırıp sarılan Atlas'ıma sımsıkı sarılırken Dolunay da çoktan dedesine sarılmıştı. Atlas da dedesine yöneldikten sonra bu kez en büyük torunum Güneş elimi öptü ve dünyalar yakışıklısı torununa sarılabilmem için biraz eğilmesi gerekti. Bulut ve Ahsen'e yönelerek "Sezinler ne zaman gelecek, haberiniz var mı?" dememle Ahsen "Birazdan gelirler-" derken lafı Sezin'imin sesiyle bölündü.
"Geldik bile!"
Yüzümdeki gülümseme daha da büyürken Sezin gelip sıkıca sarıldı ve arkasından güzeller güzeli torunlarım ve Umut da geldi. Umut'u Kazakistan'daki yetimhanede gördüğüm ilk an bir gün kızımın kalbinde yer edinip torunlarımın babası olacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi ama seneler sonra hâlâ birlikteydik işte...
En sonunda hep birlikte bahçeye yöneldiklerinde ben de kapıyı kapatıp bir anlığına onlara baktım. Sezin'imin küçük kızı Ahu Resûl'e sımsıkı sarılırken Dolunay da dedesinin kırarmış ve yumuşacık saçlarıyla oynuyordu. Bulut'un ortanca çocuğu olan Atlas hemen kahvaltı sofrasına otururken Güneş de Göknil'in omzuna elini atmış, bir yandan da saçlarını karıştırıp Göknil'i sinirlendiriyordu.
Tüm ailemin bir arada olmasının verdiği mutlulukla ben de bahçeye gittiğimde Resûl'ün mutluluk dolu bakışları torunlarımızdan bana yöneldi. Ne yüzündeki güldükçe daha da artan kırışıklıklar ne de saçlarındaki kar misali beyazlıklar kalbimdeki yerinde bir şeyler eksiltiyordu. Olgun bir sevdaydı bizimki... Ne kadar seneler geçerse geçsin bana huzur veren bu adam kalbimin en güzel odasında bulunacaktı. Yıllar geçtikçe artan asaletiyle, asla değişmeyen o bakışlarıyla hep benim harabe kulübemi onarıp yanıma oturabilen tek kişi olacaktı.
Sonunda ben de Resûl'ün yanındaki yerimi aldığımda herkes kahvaltıya başladı. Çocukların okulları hakkında başlayan muhabbetten sonra konudan konuya atlamıştık.
"Geçen hafta Adalar da gelmiş Türkiye'ye."
Sezin'imin dediği şey üzerine yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu.
"Eslem ve Eymen de gelmişler dün akşam. Bir gün mutlaka davet edelim, çok uzun zamandır göremiyoruz. Ada'yı en son gördüğümde Güneş'in yaşlarındaydı, şimdi kızı geliyor o yaşlara..."
"Bulut ve Sezin'in doğduğu gün daha dün gibi. Ne ara büyüdü bu çocuklar?" diye destekledi Resûl sözlerimi. Ve babasını cevaplayan Bulut Arel oldu.
"Güneş bile on altı yaşına girdi. Gözümüzün önünde büyüyorlar..." dedi büyük oğluna bakarken.
Atlas'ın "Ahu'yla Dolunay daha dün bebektiler." diye kuzeni ve kız kardeşiyle dalga geçmesi üzerine Güneş de kardeşine "Benim için de sen daha dün bebektin Atlas. Doğduğun günü hatırlıyorum ben." diyerek kızlarla dalga geçmesini önlemişti ama ikisinin de şakalaştıkları oldukça barizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOLUK
Teen FictionSavaşa maruz kalan çocukları korumak için canını dişine takarak çalışan insanlar... Antropoloji bölümü yüksek lisansı için makale yazarken tam da bu insanların arasına düşen bir kız... Ve soluk soluğa bırakan bir aşk hikayesi... Sadece aşkın değil;...