Zeynep'ten
Resûl'ü işe uğurlamak için kapının önüne çıktım.
"Hayırlı işler sevgilim." İlk defa kullandığım kelimeleri söylerken bazen heyecandan takılabiliyordum. Ama bunları sevdiğim adamın gözüne bakarak söylemek o kadar huzur verici oluyordu ki...
Bunun üzerine bir elini yüzüme yerleştirdi, beni kendine çekti ve alnıma bir buse kondurdu. Sonra da geri çekildi.
"Bu arada akşama yemek hazırlamana gerek yok. Uğur çağırdı, ben de tamam dedim."
"Tamam, ben Ekin'e yardıma giderim."
"Yok, gerek yok. Yani Zülal filan da yardıma gidecekmiş zaten, sen evde kalsan da olur."
"Tamam mâdem..." dedim dağınık topuzumun içinde elimi gezindirirken.
"Görüşürüz." diyerek gülümseyince bir an durakladım.
"Görüşürüz." dedim huzurla gülümserken.
...
Evde gün boyu kendime iş aradım. Sıkıntıdan ölmek üzereydim. Televizyonu açtım, can sıkıntısıyla bir yere yatıyordum, bir yastıkla oynuyordum, arada köşeye çekiliyordum. Hatta bazen halının üstünde yuvarlandığım bile oluyordu. Mutfaktan yiyecek bir şeyler getirdim arada, onları da yedim. Ama kesinlikle gün boyu boş durmuştum. Ama Resûl kuruma üye olabileceğimi söylemişti. Bunu aslında Mert'in dediklerinden dolayı söylediğini düşünmüştüm ama bunu ben de çok isterdim. Çocuklarla ilgilenmek benim için büyük bir mutluluk olurdu. Hem boş da durmamış olurdum. Zaten okuduğum mesleği de yapmıyordum, o yüzden en yakın zamanda Resûl'le şu üyelik işlerini halletmeliydim.
Tüm gün böylece geçti. Akşam olmuştu. Zil çalınca Resûl'ün geldiğini düşünerek hemen kapıyı açtım. Ama Resûl değildi, posta gelmişti. İmzalayarak içeriye aldım. Hiçbir şey beklemiyordum, bu yüzden merakla açtım. İçinden bir kutu çıktı. Orta boy, kırmızı bir kutuydu. Merakla onu da açtım. İçinde çok zarif bir elbise vardı. Hemen altındaki notu aldım.
"Umarım beğenmişsindir, sana çok yakışacağına eminim... Bu gece için bunu giymeni istiyorum. Ayrıca kutunun içinde bir kağıt daha var; ben direk geçeceğim, bu yüzden taksiye o kağıdı verirsen seni getirecektir. -Resûl-"
Kalbim bir anda yine hızlı atmaya başlamıştı. Hemen elbiseyi alıp hazırlanmaya başladım. Hazırlandığımda son bir kez aynaya baktım. Hâlâ heyecanımı yatıştıramamıştım. Evden çıkıp çağırdığım taksiye bindim.
Geldiğimiz yer sahildi. Anlam veremeden indim. Biraz yürüdüğümde gecenin karanlığında kendini oldukça belli eden beyaz tüllerle çevrili yeri gördüm. Ama bu ince olduğu için bir yol gibiydi. Oraya doğru yürüdüm. Başına geldiğimde karşıma Resûl çıktı.
"Sana inanamıyorum."
"O zaman gecenin geri kalanında hiç hiç inanamayacaksın." dedi ve elindeki papatya tacını başıma yerleştirdi.
"Pahalı bir şey değil, hatta oldukça bedava. " dedi gülerek.
"Ama senin doğal şeyleri daha çok sevdiğini biliyorum. Bu yüzden senin gibi saf, doğal ve bembeyaz olduğu için papatya mantıklı geldi."
"Mükemmel bir seçim..."
"Beğenmene sevindim." diyerek elimi tuttu. Ve o beyazlar içindeki yoldan yürümeye başladı.
"Her şey çok klasik ilerleyecek. Yani bizim aşkımızı bilmeyenlere göre. Ama yaşadığımız her şey özel olacak. Aynı Güneş'in Ay'a tutuluşu gibi."
Bir adım daha attı ve durdu.
"Çünkü senin Güneş'in imkansız olanı mucizeye çevirerek Ay'a tutuldu."
Ona hiç bıkmadan, usanmadan aşkla bakmaya devam ettim. Sonra elimi hiç bırakmadan yürümeye devam etti. Yolun en ucuna, denize iyice yaklaştığımız yere kadar.
"Görüyorsun. Farklı bir şey yok... Deniz, medcezirler, Ay ve yıldızlar... Şu anda bu gezegende yaşayan hiç kimse için bunda farklı bir şey yok. İki kişi hariç... Onların hepsinin ortak bir tane Ay'ı var. Benimse gözlerimin içine bakan, baktıkça gözleri daha da parlayan yalnızca bana özel olan bir Ay'ım var."
"Ben çok şanslı bir kadınım." dedim gözlerinden gözümü hiç çekmeden yanağını okşayarak.
"Emin ol ben daha şanslıyım." dedi ve denize bir kere daha uzun uzun baktıktan sonra bana döndü. Bir anda sahil üzerindeki bir kafede şarkı çalmaya başladı. Bu Ufuk Beydemir/Ay Tenli Kadın'dı.
"Koyuyorum sevinçlerimi önüme, en az şu kum taneleri kadar sensin...
Uzay boşluğunu tamamı ile bilmek istiyorum ve senin bir çift yeşilin var... Onların derinliğinde uzay boşluğunu görebiliyorum. Hüzünlerimde sıfırdan daha yoksun sen, sen kendin benim hüznüm olmuşsun. Ama bu hüzne aşk demişler; kırmıyor, kırılamıyor...
Paramparça olamıyorum. Seninle ilgili her şey beni sende topluyor, bir bütün hâline getiriyor. Kalbim seninle hızlı atmıyor, seninle olması gereken ritmini buluyor. Soluğum seninle kesilmiyor çünkü sen benim nefesimsin... Ben şimdi nefesini nefesime katmak istiyorum. Sağ tarafımı da senin kalbin tamamlasın istiyorum, çünkü bu aşk tek kalple ya da tek bedenle taşınamaz bir mucize. Seni, seninleyken unuttuğum benliğimden çok daha fazlasıyla istiyorum. Kalbimde senin aşkın var, benliğimi yitirirsem ona bir şey olmasından korkarım ben. Senin olayım ki bitmesin istiyorum, benim ol ki daim olalım istiyorum... Benim olur musun gecemin içindeki ışık kaynağım? Benimle evlenir misin ay parçam?"Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken gözlerinde kayboldum Güneş'imin. Her şeyi unutturdu yine gözleri, sadece beynimi istila etmiş olan kalbimin dedikleri önemliydi.
"Sen, senden aldığım ışığı kesersen solarım ben... Gecene ışık olacaksam sonsuzluğumuzda ışığını benden kesme. Eğer senin olacaksam Güneş'im ol benim. Ay'ın yap beni... Yalnızca seni görünce tutulayım. Seni her görüşümde tutulayım..."
Gözlerimin içine baktı aşkla, tutkuyla... Ellerinin içine aldı yüzümü, ona bıraktım kendimi.
"Sen kabul edersen son ışınıma kadar sana feda ederim ben. Tüm evrenleri aydınlatırım, en güzel ışınlarımı sana saklarım. Hafifçe dokunur sana ışınlarım, sararım seni. Yakarım ama sırılsıklam gibi. Kıyamam tenine..."
"Güneş'im ol Resûl... Seni soluğumda istiyorum, kirpik uçlarımla bitişsin ışınların. Senin olayım, benim ol... Sonsuzluğumuza "Evet.". Göz alıcı tutuluşlarımıza "Evet...". Senden gelecek her gama da, her aşk parçacığına da "Evet!"
Bir anda heyecanla beni kucağına aldı. Döndürmeye başladı. Ona sımsıkı sarıldım. Güvenle tutundum. Başımı omzuna gömdüm yavru bir kedi edasıyla. Arkadan havai fişek sesleri duyulduğunda yavaşça yere bıraktı beni. Karşı kıyıdan fırlatılan havai fişeklere baktım. Onun eli benim belimde, benimse iki elim de onun omuzundaydı.
Ayaklarımı kumun içinde gezdirdim biraz. Sonra başımı yerden kaldırdım. Önce denize baktım, sonra gökyüzüne. Sonra da benim mavilerime... Maviliğindeki derinliğe.
Hani bir rüya görmüştüm ya...
Okyanus beni boğdu, ölümün eşiğine geldim. Tam o an bir el uzandı, ama ben başta onu göremedim. Şimdi tuttum o eli. Sımsıkı tuttum. Asla bırakmamak üzere, sonsuzluğa uzanan bir şekilde tuttum."Ah... Yüzüğü unuttuk Zeynep!" diyerek bana döndü okyanusum.
"Olsun... Parmaklarımdaki tek alyans senin parmakların olsun, o yeter bana..."
O an tutuldu Güneş'im. Kilitli kaldı gözlerimde. Soluğu dengesizleşti, aynı benimki gibi. Kalbi gittikçe daha çok yaklaştı sağ tarafıma. Artık soluğunu soluğumda hissetmeye başladığımda zor aldığım bir nefesle daha oynattım dudaklarımı.
"Sana aşığım okyanus... Maviliğinin en derinine kadar sana tutukluyum."
Daha bir yaklaştı nefesime.
"Sana aşığım çimen... Yeşillerinin her tonuna dek sana tutulmuşum..."
Yavaşça yaklaştı, yanağıma bir buse kondurdu. Gözlerimi kapattım, içime çektim kokusunu ürkekçe. Sonra omzuna koydum başımı. Sımsıkı sarıldı. Sımsıkı sarıldım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOLUK
Fiksi RemajaSavaşa maruz kalan çocukları korumak için canını dişine takarak çalışan insanlar... Antropoloji bölümü yüksek lisansı için makale yazarken tam da bu insanların arasına düşen bir kız... Ve soluk soluğa bırakan bir aşk hikayesi... Sadece aşkın değil;...