O günün gecesinde hislerini, düşüncelerini, rahatsızlıklarını bir kenara bırakıp Umut ile birlikte Rafet'in annesini ziyarete gitmişti Asaf. Tedbirli ve temkinli hareket edecekleri konusunun bahsini hiç etmemişler, sanki bu aralarında sözsüz bir anlaşmaymış gibi tavırlarını kontrol altına almışlardı. Demir bahçe kapısının hemen solundaki zile kısa bir darbeyle dokunup beklemeye başladılar. Yaşlı kadındı, hareketlerinin ağırlığının bilinciyle sabırla beklediler.
"Ay geldim geldim." Çatallı sesiyle seslendi kapının ardında kim olduğunu bilmediği tanrı misafirlerine. Birkaç saniye sonra da açıldı kapı zaten. Umut bir adım öndeydi Asaf'tan.
"Umut evladım !" Önce Umut'a sonra kendisine baktı yaşlı kadın. Beyaz saçlarının bir kısmını kırmızı bir yemeniyle örttüğünden sadece önden bir tutamı görünüyordu. Üzerinde yeşil çiçekli basma bir elbise, boynunda da adını aldığı mavi boncuklardan dizilmiş bir kolye. "Hayırdır inşallah."
"Hayır nenem hayır inşallah. Müsaaden var mı ? Girebilir miyiz içeri beş dakika ?"
Mahcubiyetle kapıyı iyice açtı yaşlı kadın. "Tabi oğlum tabi kusuruma bakmayın siz benim, buyurun içeri."
İçeri girdi ikili. Etraflarına baktılar, bahçenin her köşesini taradılar. Dinlenmediklerinden emin olduklarında yaşlı kadını incitmeden açtılar bahsi. Ufak harflerle konuşmaları gerektiğini söylediklerinde kadın içeriden işitme cihazını aldı ve kulaklarına taktı. Kimliklerini bildirdiler evvela. Tane tane anlattılar bazı detayları es geçerek. Kendisinden bildiklerini söylemesi adına yardım istediler. Devletinin yanındaydı yaşlı kadın. Oğlunun durumundan utanç duyduğundam, kimliği gizli adamlar tarafından sürekli kontrole gelindiğinden, bildiklerini anlatmaması için çeşitli yollarla susturuluşundan bahsetti. Çünkü Nazar nene oğlunun ölüm haberini aldıktan üç ay sonra, şimdi torununun yaşadığı Kadıköy'deki o eski evini eşyalarıyla birlikte kiralamak için temizleyeceği zaman oğlu Rafet'i evden çıkarken görmüştü. Oğluyla göz göze gelen kadın ölümüyle sarsıldığı oğlunun kendisini "Sakın ana, beni gördüğünü senden başka birine söylersen yaşatmazlar seni. Sadece seni değil çoluğunu çocuğunu siler süpürürler bu dünyadan. Sakın ha, sıkı tut ağzını." uyarmasıyla şokuna bir de suskunluk katmıştı.
Kime ne söyleyeceğini bile bilmiyordu ki ! Oğlum ölmemiş yaşıyor dese neden gizleniyor diye sorarlardı. Kendisi de bilmiyordu neden gizlendiğini. Oğlunu gördüğünü takip eden haftalarda meraktan içi içini yemişti ama kime ne diyeceğini bilememişti. Sonraki günlerde oğlunu görmese de oğlu tarafından gönderilen adamları çok görmüştü. Ziyaretler ayda iki üç kez olmak üzere tekrarlanıyor, ağzından tek kelime kaçırırsa bütün soyunu nüfustan silmekle tehdit ediliyordu. Yanından ayrıldıklarında ise gurur duyması gerektiğini, oğlunun özgürlük savaşçısı bir gerilla olduğunu, faşistlere karşı çetin bir mücadele verdiğini söyleyip terk ediyorlardı yanını.
"Bunları şimdiye kadar neden bildirmedin nene ?"
"Çocuklarım var benim, torunlarım, onların çocukları. Korktum. İnsanın başına gelmeyince anlayamıyor işte."
"Şimdi korkmuyor musun ?"
"Hala korkuyorum yavrum." Masanın üzerindeki suyundan bir yudum aldı kadın. "Hala çok korkuyorum da her gün televizyonlarda gördüğüm yetimleri görünce daha da korkuyorum. Onların hüznüne sebep olanın oğlum olduğunu bilince daha da korkuyorum. Ne olacaksa olsun artık. Ben kocamı iş kazasında kaybettim. Dört çocuğumu genç yaşımda kendim büyüttüm. Nasıl bir histir anlarım ben. Yarın bir gün ölüp gideceğim, bu veballe öte dünyada nasıl hesap veririm ?"
Ağır ağır kafa salladılar.
"Kimse de gelmedi kapıma. Biri beni arkamdan itseydi 'Hadi Nazar bildiğin ne varsa söyle' deseydi on iki yıl evvel yine söylerdim bildiğimi. İnsan işte bir sebep kolluyor hep."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞARNA
General Fiction"Kaçılacak biri miyim? Tahammül edilemeyecek hatta? Hani tahammül görecelidir demiştin ya, ben o söylediğine de inanmıştım. O da yalanmış. Tahammül göreceli falan değilmiş. Bir insan tahammülsüzse herkese göre tahammülsüzmüş. Anneme göre de sana gör...