Korku, endişe yahut sıkıntı. İçinde bunların hiçbirini hissetmiyordu genç kız. Gökyüzü maviliğini gece karasına bırakmadan hemen önceki lacivertliğine bürünmüşken sıradan bir günde evine geliyormuşçasına rahat davranıyordu. İşkillenmelerini istememişti Asaf, öyleyse kimseyi işkillendirmeyeckti. Elindeki telefonu mikrofonu bedeniyle örtüşmeyecek şekilde cebine yerleştirdi ve anahtarlığını Asaf'a vermeden önce içinden bir tanesni ayırıp cebine attığı apartman dairesinin anahtarını cebinde arıyormuşcasına ceplerini yokladı. Halbuki avucunun içindeydi, sadece zaman kazanıyordu gelip kendisini bulmaları için. Belli etmeden birkaç metre ötesindeki arabaya bakıp hemen önüne geri dönerken arabadan iki kişinin indiğini gördü. Anahtarı arama işini sürdürüp kapıda kendi kendine oyalanırken gözü de evinin balkonuna takıldı. Asaf görünmüyordu.
"Merhaba yoldaş." Ardından gelen ses ile sanki bu anı birkaç dakikadır planlamamış gibi umursamaz tavırla arkasına döndü genç kız. Eliyle hala sözde anahtarını bulmaya çalışıyordu.
"Merhaba," dedi ve "Kahretsin neredesin ya!" diye söylenerek adamlara döndü tekrar. "Pardon sizi tanıyor muyum?" Aksiydi sesi. Kendisini tanıyorsa eğer bu adamlar huysuz kişilik olduğundan da muhakkak haberdar olmalıydılar, yakayı ele vermeyecekti.
"Sen bizi tanımıyorsun ama biz seni çok iyi tanıyoruz." dedi esmer uzun boylu bıyıklı olan adam. Otuz, otuz beş yaşlarında olduğunu tahmin edebiliyordu Şarna karşısındaki adamların.
"Anlayamadım." Uzun uğraş verdiği çabasını adamların gözüne sokmak istercesine abartılı bir nidayla, "Heh buldum!" diye bağırınca bunu da rol icabı yaptı. Şu an taşkınlık yapacak havasında pek değildi çünkü.
"Derneğin Ankara şubesinden Caner ben. Bu da arkadaşım Anıl."
"Kapımın önünde ne işiniz var? Bilmiyorsunuz diye söylüyorum, konfor alanımın talan edilmesinden pek hoşlanmam."
Genç kızın bu tavırlarına idmanlı geldiklerini ima eden tebessüm yayıldı iki adamın da dudaklarında. Bu duruma meydan okurcasına kaşlarını kaldırarak cevap verdi Şarna.
"Ankara'da pek bir meşhursun, bütün tebaa senden bahsediyor seni örnek alıyor."
"Sağolsunlar."
"Ankara şubemizin başkanı tebaayı tatmin edemiyor. Eylemler, yürüyüşler, toplantılar istediğimiz gibi gitmiyor. Hep bir kabuğuna çekilme hali var sorma gitsin. Görsen polisin olmaz dediği hiçbir eylemi değil faaliyete geçirmek adını bile anamıyoruz. Polis dostu olduk." İsyankar yakınmaları dinlerken bu durumun ucunun kendisine ne zaman dokunacağını merak ediyordu.
"Yasal olmayan hiçbir eylemi yapmıyoruz zaten biz."
"Elbette ama kabul ettiremediğimiz bir tane bile eylemimiz yoktu birkaç ay öncesine kadar. Şimdi resmen polisin emir eri olduk. Otur derseler oturuyoruz, kalk derseler kalkıyoruz."
Yeni başkanla kendi arasında polisten bir köprü kurmuştu Şarna o anda. Kendisi de polisin emir eri olmamış mıydı? Emir eri olduğundan şu anda bu adamlara bu numarayı çekmiyor muydu?
"Haklısınız. Durumu merkeze bildirmenizde fayda var, ben yalnızca İstanbul Anadolu Yakası'ndan sorumluyum."
"Aslında bizim tam da senin gibi, dürüst, davasının eri, polise boyun eğmeyen, yolu için canını ortaya koyan bir başkana ihtiyacımız var. Merkezle konuştuk, mevcut başkan da rıza verirse tebaanın istediği başkanı seçebileceğiz." Adamın ağzından çıkan her söz kalbinde bir sızıya yol açıyordu. Satmış mıydı davasını? Yıllardır savunduğu görüşünü kendisine iki ilgi gösteren adam için hiçe mi saymıştı? Çocukluğundan beri katil bildiği polise yandaşlık mı etmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞARNA
Ficción General"Kaçılacak biri miyim? Tahammül edilemeyecek hatta? Hani tahammül görecelidir demiştin ya, ben o söylediğine de inanmıştım. O da yalanmış. Tahammül göreceli falan değilmiş. Bir insan tahammülsüzse herkese göre tahammülsüzmüş. Anneme göre de sana gör...