Vezir olarak.
Vezir neydi ? Hangi oyunun oyuncusuydu ? Hangi görevi yerine getirirdi. Piyon kadar kalifiye eleman mıydı yoksa olsa da olur olmasa da olur olanlardan mıydı ? Tarot kartlarına gösterdiği ilginin birazını satrança gösterseydi bu adamın kendisini tam olarak hangi kefeye koyduğunu anlayabilirdi. Şimdi soramazdı da vezir ne iş yapar diye. Şahı biliyordu çünkü oyunun o kalıp yargısını çokça duymuştu, Şah-Mat. Ama vezir neydi ? Hiçbir fikri yoktu. Tarottaki, kılıçların onlusu kartı gibi bir şey miydi ? Yoksa ölüm kartı gibi? Değildir, diye içten içe kendini inandırırken arkasındaki adama döndü.
"Ne demek şimdi bu ?" Kendisini oyununa dahil ettiğinin açık açık beyanı değil miydi bu ?
"Hiçbir şekilde zarar görmeyeceksin." Şarna'nın sorusunun cevabı bu değildi.
"Zarar görmekten bu kadar korktuğumu mu zannediyorsun ?"
"Ben önemsiyorum." diye cevap veren adamın, istifini bozmadan devam etmesi için bekledi. Nitekim öyle de oldu. "Hiç kimsenin zarar görmemesi benim için önemli çünkü benim işim bu. İnsanların güvenliğini sağlamak."
"Bilmediğim oyunu oynamam." dedi adamın az önce kendisine açıkladığı şeyi hiç duymamış gibi ve sakinliğini korumak için hiçbir çaba sarf etmeden.
"Öğreneceksin." Şarna ağzını açıp tam cevap vereceği sırada Asaf devam etti. "Zamanı gelince."
"Kim karar veriyor bu zamana ?"
"Ben." Gitmek istiyordu bu adamın yanından. Laf ebeliklerine daha fazla tahammül edemiyordu çünkü. Laf ebeliği mi ? Laf ebeliği yapmazdı ki Asaf. Ebe kısmında genelde kendisi olurdu, düşüktü çenesi çünkü farkındaydı. Yine de kuyruğu dik tutmakta fayda vardı.
"Bunu kaçıncı dile getirişim bilmiyorum ama. Beni kullanıyorsun." Adamın yüz ifadesini tarttı önce birkaç saniye. "Bunu da kaçıncı dile getirişim yine bilmiyorum ama beni kullanmana asla izin vermem."
Dilinin ucuna kadar gelen kelimeleri yutmak zorunda kaldı Asaf. Başarılı bir operasyon yürütüyorlardı her ne kadar gecikmeli olsa da. Bunu deşifre edemezdi.
"Seni kullanmıyorum." Tane taneydi söyledikleri. Beni zorlama, kabullen git der gibi. Bu tınıyı yakalayamadı Şarna ve üstelemekten geri durmadı.
"Bana mantıklı tek bir açıklama bile yapamıyorsun." Yargılayıcı tavrından ödün vermeden devam etti. "İkna et o halde beni."
Yorgun gözlerine baktığı adamın tutumunda hiçbir değişim gözlemlemediğinde alayla kaşlarını havaya dikti. Aynı alaylı ifadeyi dudaklarına da yerleştirince konuşmaya devam etti.
"Yapmazsın. İnkar edemezsin çünkü gerçek bu. Kaç gün oldu karşıma çıkalı. Yirmi ? Yirmi beş ? Neredeyse bir aya yakın süredir sana şu kadar bile fayda sağlamadım. Ama ısrarla beni buna inandırmaya çalışıyorsun. Senin karşında çocuk yok."
Cümlelerini sarf ederken adamın yüzünü okumayı ihmal etmiyordu. Söyleyeceklerini bitirince ciddi bir beklentiyle cevap vermesini umarken adamın arkasındaki duvara kayan gözlerini takip etme isteğini zar zor bastırdı.
"Toplantıya yetişmem gerek." Yani bu muydu ? Hırsla arkasına, adamın baktığı yere bakınca akan saati gördü ve adama döndü.
"Doğu'yla, benle, amcamla ne alıp veremediğiniz var bilmiyorum ama rahat bırakın bizi. Bizden size dost olmaz sizden bize dost olmaz. Farklı yolun yolcularıyız biz." Tam kapıdan çıkacakken arkasına geri döndü. "Ayrıca neyi planlayarak yaptınız bilmiyorum ama evlilik safsatasının sizin başınızın altından çıktığını anlamayacak kadar salak değilim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞARNA
General Fiction"Kaçılacak biri miyim? Tahammül edilemeyecek hatta? Hani tahammül görecelidir demiştin ya, ben o söylediğine de inanmıştım. O da yalanmış. Tahammül göreceli falan değilmiş. Bir insan tahammülsüzse herkese göre tahammülsüzmüş. Anneme göre de sana gör...