MÜJGAN

879 95 179
                                    

Hava iyice soğuktu. Kar yağışı devam ediyor insanlar evden işe  işten eve gidiyorlardı. Soğuk hava koşulları yolları ve trafiği de  berbat bir hale getirmişti. Aylardan Ocak idi. Pencere önünde oturmakta olan Cem şu anda dışarıyı izleyerek hayal kuruyordu. 

Cem    15 yaşındaydı. Henüz beş yaşındayken  ailesini trafik kazasında kaybetmişti. Bu acı  korkunç olay onu sarsmakla kalmamış aynı şekilde normal olarak psikolojisini de  bir hayli bozmuştu. Günlerce yataktan çıkmadan öylece ağlayarak yatmıştı. Günlerce hiç durmadan ağlamıştı. O yaşta bir çocuğun ailesini kaybetmesi bu hayatta başına gelebilecek en kötü olaydı. 

Nasıl ki evlat acısı dünyanın en kötü olayı ise bu da öyleydi. Cem'e, şimdi anneannesi bakıyordu. Cem onu çok seviyordu. Bazen oda ölürse ne yapacağını merak ediyordu. Çünkü dünyada ondan başka kimsesi yoktu.  Anneannesi de yaşlıydı. 77 yaşındaydı.  Oda bugün var yarın yoktu. Cem'e, göre oda her an ölebilirdi. O bunu hiç istemiyordu. Onsuz yapamazdı. Tek başına hayatta kalamazdı. Ne yapardı? bazen sürekli bunları düşünüyordu. Tüm bunlar yaşına göre çok fazlaydı. Bu yaşadıkları ona bu yaşta oldukça zor geliyordu. Fakat hayatta kalması için yaşamaya mecburdu. Henüz çocuktu.  Önünde acı ya da güzel bir yaşam gelecek vardı. Henüz geleceği düşünmek için yaşı ufak olabilirdi, ama, o bunu ailesini kaybettiği o günden beri düşünüyordu. Anneannesi de ona artık bunları düşünmemesi gerektiğini yanında olduğunu kendisine sürekli olarak hatırlatıyordu. Yaşadıkları bir türlü aklından çıkmıyordu.

"Güzel oğlum benim. Haydi yemeğe bakalım dedi" anneannesi.

"Yemekte ne var?"  diye sordu Cem.

"Fırında makarna. Ve domates çorbası".

"A bayılırım en sevdiğimden".

"Haydi o halde gidelim de  soğumasın".

Seni seviyorum,anneanne.

" Bende seni yakışıklı torunum benim dedi Müjgan". Derken böylelikle anneanne torun yemeklerini yemeye başladılar. Dışarısı o kadar soğuktu ki bunu evin içerisindeki kaloriferin durmadan sonuna kadar açık olmasından anlayabiliyorlardı. Yemeklerini bitirdikten sonra Müjgan kendilerine bir güzel çay demlemişti. Cem çayı çok severdi.

" Bak sana ne aldım torunum?" diyerek elindeki hediyeyi torununa uzattı Müjgan.

Cem hediyeyi açtı. İçinden  çıkan kitabı görünce çok sevindi. Bu ne zamandır okumak istediği kitaptı.

"Anneanne bu Küçük Prens".

" Meşhurdur eminim ki  çok seveceksin. Bu kitap dünyada da çok satanlar listesinden hiç düşmedi. Özel bir kitaptır".

"Şeker Portakalı gibi mi?".

"Evet tıpkı onun gibi torunum".  Müjgan eğer torununa erken yaşta okuma alışkanlığı kazandırırsa  ileride de bu alışkanlığı sürdüreceğini düşünüyordu. Kitap okuma alışkanlığı önemliydi. Ülkede yeterince kitap okunmuyordu. Bu Müjgan'ı, üzüyordu. O bilgili kültürlü, okuyan, araştıran, öğrenen, ve sorgulayan bir torunu olsun istiyordu. Cehalet gittikçe artıyordu. Eğitim sistemi berbattı.  Eğitim şarttı. Tabi sadece Eğitim de, yeterli değildi. Biraz da insanın kendisini geliştirmesi gerekiyordu. Kafada da eğitim şartı. Aksi taktirde boş-sığ tutucu düşüncelerle saçma sapan yanlış inanışlarla yaşayıp giderdin. Mutsuz bir biçimde hayatını eğlenmeden sürdürürdün. Hiç bir şey yapamadan ölüp, giderdin. Başıboş, asalak, yerinde sayan ,öylesine cahil bir biçimde yaşayan sığır sürüsünden başka bir farkın kalmazdı o zaman.  Artık sıradan insanları hayatından uzak tutuyordu. Onlarla oda sıradan cahil olurdu.  Buna hiç gerek yoktu. Müjgan bu yaşına dek bunları öğrenmişti. Hayat ona bunu göstermişti.

Cem çayını içerken hemen halının üstüne yere kıvrılarak Küçük Prens'i okumaya başladı. Bir yandan da  çayını içiyordu. Beğenmişti. Anneannesi ise televizyonda dizi izliyordu. Müjgan'da çoğu yaşlı gibi tam bir dizi manyağıydı. O yaşta insanlar öyleydi. Müjgan torununa sürekli olarak kendisini geliştirmesi gerektiğini ve hatalarından da ders alması gerektiğini söylüyordu. Müjgan'a göre hepimiz insandık.  Hata yapabilirdik. Hata yapa –yapa doğru yolu bulacaktık. Hiç bir şey göründüğü gibi değildi ve hiç kimse kusursuz da değildi. Her insanın kusurları vardı.  önemli olan bunları kabul edip kendin olabilmekti.  Kendisini kusursuz sanan insanlardan da, uzak durmak gerekiyordu. Müjgan  doğallığı seviyordu. O gençliğinde de öyleydi. Kendisini kusursuz sanan kişiler için her şey mükemmel olmalıydı.  Fakat  öyle bir hayat yoktu. Öyle bir dünya da yoktu. Olamazdıda. O tarz insanlar sadece kendisini severdi. Kendinden başka kimseyi umursamayanlardanda  hayır gelmezdi.

Müjgan hayatta şuna inanırdı, az eşya, az para, az insan ve huzur. Bunda gayet ciddiydi. Fazlalık gereksizdi. Ve gereksizler de ,insanı mutsuz etmekten başka bir işe yaramazdı. Şimdiki gençlere üzülüyordu çünkü yanlış bir devirde dünyaya gelmişlerdi. Devir sanal arkadaşlıklar teknoloji ve sosyal medya devriydi. İyi kullanıldığında önemliydi hayatta bunlarda gerekliydi, ama, sosyal medya insanları uyuşturmakla kalmıyor bazen gerçek dünyadan koparıyordu. Buda gençlerin çocukların psikolojisini olumsuz yönde etkileyebiliyordu. Bunun önüne geçmek şimdilik zordu. O kendi torununa tüm bunları anlatmıştı. Burada görev ailelere düşüyordu. Çocuklarını nasıl yetiştirirlerse ileride de, öyle olacaklardı. Kötü ve iyi kavramları da buradan doğuyordu. En temel eğitim aileden geliyordu. Çevre de önemliydi. İyi çevrede olan çocuk iyi , kötü çevrede yetişen çocuk da kötü olurdu. Arkadaşlarını iyi seçmeliydin.

 "Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim"sözünü Müjgan çok doğru buluyordu. Hayatımızı seçimler belirlerdi. İyi veya kötü sadece senin seçimlerin hayatını belirleyecekti. Müjgan, o yüzden kadere inanmazdı.  Kader sözünü oldukça saçma bulurdu. Çünkü onu belirleyen sendin. Başkası değil.


İnsanlar neden evine o kadar para ödeyip eşya alırdı ki?o parayla dünyada gezilecek o kadar güzel yer varken Müjgan'a, göre eve harcadığın o kadar paraya yazıktı. Tabi bu gene kendi görüşüydü. Ona göre böyleyken başkasına göre öyle değildi. Bu konularda insanlarla tartışmayı da doğru bulmuyordu. Çünkü herkesin doğrusu fikri her konuda farklıydı. O yüzden herhangi bir mesele hakkında tartışmak da bence oldukça saçmaydı. Her konu göreceliydi. Çünkü her insan farklı düşünüyordu. Birbirlerinden son derece farklıydı. Önemli olan saygıydı. Eğer saygı yoksa geriye sadece kavga kalırdı. Herkes kendi işine bakmalı ona göre hareket etmeliydi.

Müjgan, her zaman azla yetinen bir kadın olmuştu. Elindekini iyi kullanırdı.  Hayatı boyunca az para harcamıştı. Sağlıklı beslenmiş sabah yürüyüşlerini asla ihmal etmemişti. Şuanda onu gören herkes yaşından daha genç gösterdiğini söylüyordu. Kimse onun 77 yaşında olduğuna inanmıyordu. Enerji doluydu.  Sağlıklıydı. Hayatı boyunca sigara içmemişti. İyi beslenmişti.

Müjgan'ı rahatsız eden diğer konulardan biriyse  ilişkilerdi. İnsanlar ne yazık ki  doğru kişiyi bulduklarını sanıp onlarla bir ilişkiye başlıyordu. Erken yaşta evleniyorlardı. Sonrada büyük bir hayal kırıklığıyla boşanıyorlardı. Eşini, işini, ve dostunu bunları iyi seçmek zorundaydın.  Aksi taktirde mutsuz olurdun. Hayat zaten yeterince kısaydı.  Bunu değerlendirmekte insanın elindeydi.  Bunları düşünürken eskilerden şarkılar çalıyordu. Eskiler gibisi yok dedi içinden. Eski şarkılara bayılıyordu. Bunun sadece artık çok yaşlı bir kadın olmasıyla ilgisi yoktu. Şimdiki şarkılarda eski şarkılardaki duygu yoktu. O anlamı bulamıyordu. Haydi o yaşlıydı tamam,ama, komşuları  da onunla aynı fikirdeydiler. Onlar henüz kırklı yaşlardaydılar. Gençtiler. İnsan geçmişini özlüyordu. Her kim olursa olsun. Yaşanılan güzel günler hatırlanırdı. O günlere dönemeyecek olmanın verdiği azda olsa bir hüzün vardı , ama, gene de güzel olan anıları hatırlamak da  güzeldi.



CESURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin