ÖLÜMÜN KIYISINDA

4K 164 713
                                    

GECE'DEN

Derin evden çıktıktan sonra yapacak bir şey bulamadım ve kendimi salona attım. Kubilay'dan ne istiyordu anlamıyordum ama umarım Kubi onun icabına bakardı. Düşüncelerimden sıyrılıp öylece boş odadaki sessizliği dinlemeye başladım. İki saattir ortada duran sehpanın üzerindeki telefonu kesiyordum. Karanlık odada ışıkları açmaya bile tenezzül etmemiş bir şekilde oturmuş kasvetli havayı ciğerlerime doldururken nihayetinde aklımdan geçen şeyi yapmaya karar verdim. Telefonu elime alıp ezbere bildiğim numarayı çevirerek kulağıma dayadım.

"Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakabilirsiniz."

---

"Merhaba anne. Yine ben. Gidişinin bilmem kaçıncı gününde bir suç çetesinin evinden sesleniyorum sana... Evi terk ettim. Babam ve sevgilisi Pelin... Ahh anne ben özür dilerim her şeyi mahvettim çok aptalım. Çok aptalım ve kendime hakim olamıyorum. Birine sığınma arzuma hakim olamıyorum ve sanırım... Sanırım kimse tarafından sevilmiyorum. Senin tarafından bile... Eğer hayattaysan, eğer yaşıyorsan umarım benim yaşadığım hislerle boğuşmuyorsundur. Ve eğer hayatta değilsen... Işıklar içinde uyu."

Sustum. Sadece sustum. İşkenceler içindeki ruhumda çalkalanan yalnızlık hissi beni öldürüyordu. Beni mahvediyordu. Zar zor ayağa kalkıp arkamı döndüğümde merdivenin karşısında birini görmemle ağzımdan çıkan korku nidasına engel olamadım. Karanlıkta her ne kadar seçemesem de yaklaştıkça beni izleyen kişinin Seko olduğunu farkettim. Anında kalbim tekledi zira Seko'yla yalnız kalma fikri beni aşırı geriyordu. Nedense ondan çekiniyordum. Merdivenin son basamağında durmuş ve sağa doğru duvara dayanmış öylece bana bakıyordu. Korkmaya başlamıştım. Bana yol vermesini umut ederek merdivene doğru yürüdüm ama tam Seko'nun göğüs hizasında durdum. Çekilmemişti lanet olsun bırak gideyim işte. Yüzüne bakamayarak öylece göğsünü izlerken korkudan gözlerim dolmaya başlamıştı bile. Yüzüne bakamadığım için suratının nasıl bir ifadeye büründüğünü göremiyordum. Seko'nun göğsüne bakarak tiz sesimle ağzımın içinde söylendim:

"Geçebilir miyim?"

"Efendim?"

Bilerek yapıyordu. Kesinlikle bilerek yapıyordu. Boğazımı temizleyerek daha yüksek olduğunu umduğum bir ses tonuyla konuştum.

"Geçebilir miyim?"

"Seni duyamıyorum Gece."

Neden üstüme geliyordu ki? Nihayet kafamı kaldırıp gözlerinin içine bakarak konuşmayı denedim. Bu sefer oldukça nettim.

"Geçebilir miyim?"

"Hayır. Seninle işimiz var."

Kaşlarımı çattım. Ne işi?

"Ne işi?"

Hiçbir şey demeye tenezzül etmeden yanımdan geçerek kapıya doğru yöneldi. Ne yapmam gerekiyordu? Peşinden geleceğimden emin olmalı ki arkasına bile bakmadan evden çıkmıştı. Ben de başka bir seçeneğim olmadığı için çoktan arabasına binmiş olan Seko'yu takip edip peşinden gittim. Motor sesi gecenin sessizliğini taciz ederken ve arabanın farları karanlığın saltanatına ortak olurken kapıyı açarak isteksiz bir şekilde ön koltuğa oturdum. Bir süre Seko arabayı çalıştırana kadar öylece durduk. Dümdüz yola odaklanmış, korkumdan ve hüzün yoğunluğundan ağzımı açmıyordum. Seko motoru çalıştırıp ilerlemeye başlayınca korkumdan açamadığım ağzımı telaşla açtım. Beni nereye götürüyordu?

"O telefon senin miydi? Özür dilerim izinsiz almak istemedim gerçekten."

Seko bana bakmıyor, hatta anladığım kadarıyla ne söylediğimle ilgilenmiyordu bile. İfadesiz bir suratla yola bakarken konuştu.

ÇETE SAVAŞLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin