Bölüm 44 Kuşatılmış Surlar/Gözden Çıkarılmış

256 44 31
                                    


BÖLÜM 44 Kuşatılmış Surlar/Gözden Çıkarılmış

Diyarın bu bölgesinde artık gece ortalanmış, yarılanan geceyle birlikte vakit de sabaha bakar olmuştu. Tanrı Dağından gelen esinti güzel bahar akşamını adam akıllı serinletmiş, içinde bulundukları vakitte serinlik insanı ürpertir hale gelmişti. Altındaki aygırın kısa ama sıkı tüylerle kaplı derisini okşayan süvari için serin bahar gecesi halen güzeldi. Atın üzerine eğilen adam sahibine dikilmiş kulaklara fısıldadı.

"Bizim için yaz gecesinden ileridir değil mi oğlum?"

Solhan tüm gizliliğine rağmen atıyla konuşmaktan geri duramamıştı. Ancak Günışığı sahibinin pervasızlığında değildi. Başka zaman olsa Solhan'a kişneyerek cevap verecek olan soylu hayvan sadece baş silkmekle yetinmiş, kendini zapt etmek ister gibi ağzındaki gemin müsaade ettiği kadar başını öne uzatmıştı.

"İyi iyi anladık ses etmeyelim"

Solhan ilkin hangi yolu izleyeceğini kestirememişti. Tammu ordusu surların batı tarafını tutmuştu. Casusları surların güneyinden dolanmanın daha kolay olduğunu söylüyorlardı. Güney yönü birbirine benzemez yedi iklimin irili ufaklı şehirlerinden gelen askerler tarafından tutuluyordu. Yabancı bir atlının farkedilmesi daha güçtü. Kuzey yönünden giderse Mittan ordusunun etrafından dolanması gerekecekti. Solhan çok da arada kalmadı, doğrudan kuzey yönünü seçmişti.

"Bu iş zaten yeterince zorlu Majestleri neden daha da zorlamaktasınız? Bana sorarsanız babanıza gitmenize de, madem gideceksiniz, yalnız gitmenize de karşıyım. Ulu Kralı ille de görmeniz gerekiyorsa bırakın önden habercileri gönderelim, sizi karşılasınlar, yolunca yordamınca bananızla görüşün."

Ziaba çaresiz itirazları ile Solhan'ı vazgeçirmeye çalışırken Solhan sadece gülmüştü.

"Babamı görmem şart Ziaba, Diyar üzerinde yeriminin neresi olduğunu bilmek için, şu koca alemde babam dahi benim ölmemi mi istiyor anlamak için babamı görmem şart. Hem de böyle apansız, kimse olmadan birebir karşısına çıkarak bunu sormalıyım."

Solhan konuşurken içindeki doluluğun köpürdüğünü hissediyor, içi köpürdükçe daha bir doluyordu. Göğsünü ezen doluluğun tıkanışında susmuş, bir parça nefeslenmek istemişti. Tekrar konuştuğunda sesi hayli düşmüştü.

"Senden bile şüphe ederdim de Kuzlo'dan şüphe etmezdim Ziaba. Lakin babamdan dahi ileri gördüğüm adam beni öldürmek için tereddüt etmedi. Geleceğimi haber vermek cellatlarıma gelin beni öldürün demek değil midir? Hiç öngörün, ferasetin kalmadı mı dayı?"

Sözlerinin sonu acı bir sitemdi artık. Ziaba da bu sitemin acılığında susmuş bir şey söylememişti.

"Orduyu hazır tut dayı, ne zaman ne yöne hareket edeceğimiz belli olmaz. Zaten burada çok duramayız, yarına değilse bile öbür güne yerimiz açık olur. Bir karar vermeliyiz, ama önce babamı görmem şart."

Ziaba daha fazla itiraz edememişti. Ondan sonra Günışığını nereye süreceğini düşünmedi. Güneyden gitmek daha akıllıca görünürken Solhan inadına kuzeye doğru at sürmüştü.

"Madem şu koca Diyarda bana bir yer bulunamıyor, madem tüm hesaplar benim ölümüm üzerine kurulmuş o zaman ölüme at sürmek gerek"

Solhan kırgındı. Özünden de saklayamazdı ya anasız babasız bir başına kalmış bir öksüzün yalnızlığında kimsesizliğinde kırgındı üstelik. Tanrı gibi bildiği, Tanrı kudretinde gördüğü Kara Bilgeler onun ölümünü istiyordu. En büyük güvenci, ömrü boyunca imrendiği, tüm soğukluğuna rağmen yine de yanındayken gönlünün ısındığını tek insan olan babası Solhan'ı istemiyordu. Baba gibi bildiği Kuzlo celladı olmaktan çekinmemişti.

SIR MUHAFIZI-KIRMIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin