Yaman içeri girerken kocaman tebessümüyle kendisini el sallayan ve ''Amca, yarın da gel. Arabalarımla oynarız'' diyen çocuğun arkasından baka kaldı.
Baba olmak böyle bir şey miydi? Yeni tanıdığı bir çocuğun başka hiçbir çocuğa benzemeyen yönlerini görmek, bundan keyif almak ve onunla yeniden vakit geçirebilmeyi istemek miydi?
Nasıl bir şeydi baba olmak? Kime sorabilir, kimden öğrenebilirdi ki böyle bir şeyi.
Hiç tanımadığı bir oğlu vardı. Gözleri ve gülüşü kendisine benzeyen saçlarını siyahlığını annesinden almış bir erkek çocuğu. Arabaları seven ve durmaksızın konuşan bir oğlu vardı. Bu düşünce her zamankinden farklı bir his bıraktı. Sıcaklıktı hissettiği. Yakıcı olmayan ama iç ısıtan bir sıcaklık.
Onu ilk gördüğünde asla böyle bir şeyi konduramazdı. Hatta Simgeye anne demesiyle içinde uyanan şüpheyi, bebeği aldırdım diyen kadına ısrarla sorduğunda, istemsizce verdiği cevap bile ona şu an ki kadar emin hissettirmemişti.
Birlikte geçirdikleri dakikalar boyunca tüm dikkatini ona vermiş ve en ufak ayrıntısına kadar ona ait tüm detayları zihnine kaydetmeye çalışmıştı. Uzaktan bakıldığında Simge'yi andırsa bile detaylarda tamamen oydu. Sadece çok konuşma huyunu kimden aldığını bilemiyordu.
Bu düşünceyle gülümsedi. Neşeli ve keyifli bir çocuktu Kıvanç. Ayrıca akıllıydı ve söz dinliyordu. İzin almadan arabanın tek bir tuşuna basmamış, elini direksyona dahi koymamıştı. Simge onu iyi yetiştirmiş diye düşündü.
Coşkuyla şarkı söyleyişini anımsadığında arkasında durduğu kapıyı çalmak, onu karşısına almak ve ona yeniden kırmızı balıkla ilgili şarkıyı söyletmek istedi.
Cebindeki telefonu çıkartarak Simgeye, Kıvançla ikisini birlikte çektirdiği fotoğrafı açtı. Yan yana durdukları bu fotoğrafta benzerlikleri çok daha fazla fark ediliyordu. Neredeyse aynı duruş şekli, aynı gözler ve aynı gülüş.
Ne zaman konu açılsa, çocuk sahibi olmak istemiyorum diyerek kesip atardı tüm soruları. Baba olmak farklı bir şeydi. Kendi hamurunda olmadığını düşünüyordu çünkü. Babasının da iyi bir baba olmadığını aşikardı. Karısı ölür ölmez iki kızını ölen eşinin kardeşine postalamış, varis diye oğlunu yanında tutmuştu ancak ona bakmayı da becerememişti. Okul yatakhanelerinde geçen çocukluğu hafta sonları ailesinin gelip aldığı arkadaşlarının gidişi izlemekle geçmişti. Sadece yaz tatillerinde o yatakhaneden ayrılır, sevgili teyzesi ve kardeşlerine de kendi kızı gibi bakan eniştesiyle iki ay boyunca aile olmanın nasıl birşey olduğunu anlar sonra yeniden o duvarların arasına geri dönerdi. Tıpkı bir hapishaneye dönmek gibiydi.
Annesi öldüğü için çok uzun süre ona kızgın kalmıştı. Eğer ölmeseydin bunları yaşamazdım diye ona kin tutmuştu. Bir süre sonra madem ölecektin neden çocuk yaptına diyecek kadar kavga eder hale gelmişti ölen annesiyle. Zaman geçtikçe insanların ölme ihtimalinin her an var olduğunu kavradığında, ben asla arkamda kimseyi bırakmayacağım diye yemin etmişti. Çocuk sahibi olmayacak, eğer ölürse geride acı çeken bir çocuk bırakmayacaktı. Yıllar geçtikçe bu fikri kanıksamıştı.
Çevresinde çoğu evlilik problemliydi zaten. Kim evlendiyse bir kaç sene içinde terapistlerde çare aramaya başlamıştı. En sonunda da boşanarak çocukları hem annesi, hem babasız bırakıyorlardı. Tüm bunlara ne gerek var diyerek, sadece kendinden sorumlu olduğu hayatını yaşamaya devam etmişti. Ta ki bugüne dek...
''Ee.. Şimdi ne olacak ?'' diye sordu kendi kendine. Cevap hala yoktu...
Arabaya bindiğinde soluğu teyzesinin evinde almıştı. Otele dönerek kendisini yalnız başına bir odaya kapatma fikri boğucu gelmiş ve yolda arayarak gelişini haber vermişti.
Birlikte yedikleri yemekten sonra herkes bir tarafa dağılmış, teyzesiyle bahçede başbaşa kalmıştı. Eniştesi zaten çoğu zaman Ankara'da kalıyor, hafta sonları eve dönüyordu.
Bahçenin sessizliğinde çaylarını içerlerken;
'Kuzumcum.. Neler olduğunu anlatmayacak mısının teyzene?''
''Bir şey yok teyzem. Yolunda herşey.''
''Bunca yıldan sonra beni kandırmayacağını hala öğrenememişsin. Fark etmiyor muyum sanıyorsun. Ruh gibi dolaşıyorsun kaç gündür. Tam nişan gecesinden beri hatta. Kimle ilgili olduğunu da söyleyeyim mi yoksa kendin anlatmaya başlar mısın?''
Yaman şaşkınlık yüzünü teyzsine dönerek; ''O kadar kalabalıkta bana mı dikkat kesildin sen?''
''Ben her yeri görürüm. Asla gözümden birşey kaçmaz. Otuz yaşındasın ve hala teyzeni saf yerine koyuyorsun. Cık cık cık!''
''Olur mu teyze, ne safı. Sen sulu götürür suzu getirirsin yedi düveli. Ayrıca otuzu geçeli çok oldu. Kendinle beraber beni de genç tutman güzel bir şey tabi."
''Aynen de öyle yaparım evelallah ama bir seni götürüp getiremiyorum, ona yanıyorum. Evet anlat hadi. Seni dinliyorum. Neye üzülüyorsun bu kadar?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutkunun Bedeli
Roman d'amourSimge, tutkuyla bağlı olduğu Yaman'ı evliliğe ikna etmek için akıl almaz bir plan yapar. Ondan gizli doğum kontrol ilacı almayı bırakır ve gerisi doğanın kendi akışına bırakır. Planın en önemli kısmı gerçekleşir ve hamile kalır. Mutlulukla kendini...