Yağız, 31.10.2017
Uykusuzluk ve baş ağrısının verdiği aptallıkla gözlerimi ovuşturduktan sonra hemen sağımda oturan Ayşegül'e baktım, bugün cam kenarına o oturmuştu. Sıcak basmış olmalı ki kıvırcık saçlarını dağınık bir topuzla tutturmuştu, Altan Hoca'nın slaytından önemli gördüğü yerleri defterine geçiriyordu. Sıradan bir gün olsaydı ben de aynısını yapıyor olurdum fakat uzun zamandır hissetmediğim kadar kötü hissediyordum.
Çok fazla ses çıkaran Yiğit'i ve sıra arkadaşı Görkem'i bir kez daha uyaran Altan Hoca'ya baygın bakışlarımı gönderdikten sonra başımı sıraya yasladım. Atak dönemimde olmam, doğru zamanda oksijen bağlandığı sürece hayatımı ciddi anlamda etkiliyor olmasa da yarattığı stres bile dengemi altüst etmeye yetiyordu. Üstelik dün gece Ahsen'le tartıştığım için vicdan azabı çekiyordum, gece boyu Ahsen yanımda olmuşken, canım yanarken bana destek olmuşken ona bağırmam da neyin nesiydi? İkimizin de haklı olduğu kısımlar vardı gerçi, objektif bakmaya çalıştığımda görebiliyordum bunu. Ahsen kırılıyordu ve benden bunu durdurmamı istemesi çok doğaldı, ama direkt olarak Deniz'le ayrılmam gerektiğini söylemesi ne benim ne de Deniz için adildi. Gözümü açtığımdan beri dibimde olan, canımdan çok sevdiğim insanı bir çırpıda, bunca şey yaşanmamış, bunca anı biriktirilmemiş gibi silmemi nasıl beklerdi?
Anlamıyordu ama anlamadığı için ona kızamıyordum bile. Dün gece hiddetle, ona arkadaşı olmadığı için anlamamasının normal olduğunu söylemekle hata etmiş olsam da, yalan değildi: Ahsen dostluk kavramına gerçekten uzaktı. Burada, özellikle Utku'yla sağlam bir arkadaşlık kuruyor olması güzeldi ve onun için bir ilkti, Muğla'da geçirdiği yalnız yıllardı karakterini bu şekle getiren. Sağlam duruşunu, olanlarla tek başına savaşmasından alıyordu ve zaman zaman bencillik ettiğini söylersem haksızlık etmiş olmazdım.
Dersin bölünmesiyle başımı kaldırdım, Altan Hoca, Yiğit'e çok sinirlenmiş görünüyordu, onu ayağa kaldırdığında başıma gelecekleri anlamıştım. Yer değişiminin ilkokulda kaldığını sanıyordum ama fena hâlde yanılıyordum.
Birkaç saniye içinde Altan Hoca'nın komutuyla yanımdan uzaklaşan Ayşegül'e hüzünle baktım.
"Yiğit, Yağız'ın yanına geç." diye konuşan Altan Hoca'ya itiraz ettim, "Hocam... Ben bunu hak ediyor muyum Allah aşkına?"
Yiğit de boşa kürek çektiğinin farkında olarak bir şeyler sıralıyordu ama Altan Hoca'nın fikrini değiştirmek imkânsızdı, ne kadar sevdiğim bir öğretmen olsa da tersine denk geldiyseniz... Allah yardımcınız olsundu.
Cam kenarına oturmuş olan Yiğit'e ters ters bakarak kollarımı önümde birleştirdim, çocuk gibiydik, az sonra sıramıza bir çizgi çekip sınırlarımızı belirlersek şaşırmazdım. Onca insan arasından tabii ki Yiğit benimle oturacaktı... Tabii ki. Evrenin Yağız'ın hayatını sikip atma planı tam takırında, kusursuz bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu. Elbette sınıfta onca insan varken yanıma, koskoca evrende tanıyıp da nefret ettiğim tek insan düşecekti.
Ahsen bu çocukta ne buluyordu? Profilden gördüğüm suratını, hiç çekinmeden incelemeye başladım. Yüzümün memnuniyetsiz bir ifadeye büründüğünden emindim, ama keşke bakışlarımı kendine güvenen bir hareketle çekip, onun benden daha iyi görünmediği sonucuna varabilseydim. Gerçek aşk görünüşten tamamıyla bağımsızdı, farkındaydım ama ondan daha iyi olduğumu düşünmek istiyordum. Daha iyi olduğumu bilmek istiyordum. Her anlamda.
Koyu sarı, kumral denilebilecek kısa saçları ve açık yeşil gözleri, beyaz bir teni; BEN SPOR YAPIYORUM diye bağıran bir vücudu vardı, kelimenin tam anlamıyla zıddımdı. Sağlıklı beslenme hayat mottom hâline gelmiş olsa da Karatay diyetlerinin vaatleri arasında kaslı kollar ya da mükemmel baklavalar yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
black butterflies & déjà vu // 1
Teen Fiction"Selam, burası boş mu?" "Anlamadım, sandalyeyi mi almak istiyorsun?"