28

91 6 95
                                    

Ahsen, ya da Ece, 04.11.2017

İlkin'in alnına düşen kahverengi saç tutamına gözlerimi dikmiştim, etrafımdan soyutlanmış gibiydim. Nazlı'nın hararetli bir şekilde eski sevgilisiyle yaşadıklarını anlattığını duyabiliyor, İlkin'in ilgisiz olduğunu, yalnızca kibarlığından onu dinlediğini fark edebiliyor ama kendimi o mekânda gibi hissetmiyordum.

Ekose Kafe'deydim sanki, hemen karşımda İlkin değil, Yağız oturuyordu. Fark etmediğimi sanarak eskiz defterine beni çiziktiriyor, yapabileceğinden emin olduğum geometri sorularını sırf biraz daha yanaşabilmek için bana soruyordu. Çevresindeki insanları gözlemliyor, verdikleri siparişleri sessizce ama bir yandan da acımadan eleştiriyordu. Neredeyse gerçek gibiydi.

İzmir'e ilk geldiğimde bunun tam tersini hissettiğim zamanlar olmuştu.

Önümdeki çilekli limonatadan bir yudum daha alarak kendimi etrafıma odaklamaya zorladım. Nazlı'nın gelmesiyle İlkin'den ayrılmayı umarken, beni şaşırtarak İlkin'i de gideceğimiz kafeye çağırmıştı. Başta bizi yalnız bırakmak isteyen İlkin'se, Nazlı'nın ısrarlarına dayanamayıp el mecbur peşimize takılmıştı. İkisinin pek bir muhabbeti yoktu, tek ortak noktaları bendim ve zorunlu durumlar dışında görüşmezlerdi, anlam verememiştim Nazlı'nın hareketine. Sahiden pek gereği yoktu ama şikâyet ettiğimi de söyleyemezdim.

İlkin değişmişti. Ruhsuzlaşmıştı sanki. Eskiden tanıdığım, ya da tanıdığımı sandığım hayat dolu çocuğu göremiyordum karşımda. Ters giden neydi bilmiyordum ama uzun süreli bir şey olmadığını umuyordum.

"Öyle işte," dedi Nazlı hikâyesinin sonuna gelirken, aynı saçları gibi mora boyadığı tırnaklarıyla hafifçe masaya vuruyordu. "O günden sonra onu bir daha görmedim demek isterdim ama sürekli dolmuşta karşılaşıyoruz. İnadına parayı bana uzatıyor aptal herif." Güldüm. Hatırlıyordum bahsettiği çocuğu, geçen yıl peşinden az koşturmamıştık. Sonunda Nazlı'nın ondan bu kadar nefret edeceği, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

"Ee, Ececiğim," diyerek bana döndü Nazlı. "Sende ne var ne yok? Ben oturduğumuzdan beri konuşuyorum, Marmaris'in tüm gündemini anlattım. Buradan bile bu kadar malzeme çıktıysa İzmir'de neler oluyordur düşünemiyorum."

Durdum, düşündüm. Hangi birinden başlayacaktım ki? "Pek bir şey yok ya, okul işte," dedim nefesimi dışarı üflerken ve deli gibi yalan söylüyordum.

Nazlı kaşlarını kaldırdı. "Beni bu kadar görmezden geldiğine göre bayağı olaylı geçiyordur diye düşünmüştüm, yanılmış mıyım?"

Dediğini anlamayarak suratına baktım. Ben mi onu görmezden gelmiştim?

İfademi fark edince kahve dolu bardağını hafifçe öne ittirdi ve bakışlarını kaçırdı. "Ne? Yalansa yalan de, İzmir'e taşındığından beri yüzünü gören, sesini duyan cennetlik."

"Benimle konuşmayı bu kadar istiyorduysan yazsaydın?"

"Sen de yazmadın." dedi yeniden yüzüme dönerek. "Aramızın açılacağını biliyordum ama iki ayda bu kadar kopabileceğimizi tahmin edemezdim. Göz açıp kapayıncaya kadar yepyeni arkadaşlarla yepyeni bir hayata başladın. Gerçi bu beni niye şaşırttı bilmiyorum, senin özgüvenine sahip herhangi birinin yalnız kalması daha garip olurdu."

Başımı iki yana salladım, "Duyan da seni çekingen, içine kapanık biri sanacak. Asıl sen beni unuttun, bir kez olsun bile gelip bana gerçek bir şeyler anlatmadın. Tüm konuşmalarımız hayat nasıl ve bensizlik zor mu gibi saçma sapan, samimiyetsiz cümlelerden ibaretti."

İlkin, kendisinin hâlâ yanımızda olduğunu hatırlatmak istercesine boğazını temizlediğinde ikimiz de ona döndük. "İkiniz de birbirinizi görmezden gelmiş olabilir misiniz? Bir ihtimal? Soruyorum sadece, yanlış anlamayın." dedi bakışlarını ikimiz arasında gezdirirken.

black butterflies & déjà vu // 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin