Ahsen, 03.11.2017
Önümüzdeki günlerde başlayacak sınavlar yüzünden, duygularımı bir süreliğine rafa kaldırmış ve derslerime odaklanmıştım, ya da öyle yaptığımı sanıyordum. Böylesi bir okulda okumamı sağlayan notlarım değil, olimpiyatçı olmam olsa da notlarımın da önemli olduğunun farkındaydım. Bursumun elimden kayıp gitmesini istemezdim. Sayısal derslere yatkınlığım inkâr edilemezdi ve bunun için her gün şükrediyordum ancak konu sözel derslere geldiğinde beynim hata veriyor ve en ufak bilgiyi ezberlemekten aciz kalıyordu.
Gerçi o gün derdim fizikleydi. Genelde yapamadığım sorularla uzun süre uğraşır, hayat memat meselesiymiş gibi ciddiye alırdım ve inatçı davranırdım. Bu sefer inadım, normalden çabuk kırılmıştı. Fiziği benimkinden çok daha iyi olan Utku'ya soruyu sormak için elimdeki fasikülle aşağı kata iniyordum; onu kendi sınıfında bulamayacağımdan emindim, Ayşegül'ün yanında olmalıydı.
Eşit ağırlık sınıfı olan 11/D sınıfına adımımı attığımda yanılmadığımı anladım. Çıkmaya başladıklarından beri bir kez bile ayrı görmemiştim onları. Kapıdan girdiğimi gören Utku samimi bir şekilde gülümseyip el sallarken aynen el salladım. Hayret, nasıl olmuştu da yanında Ayşegül varken dikkatini çekebilmiştim? Hızlı adımlarla yanlarına yaklaşırken Ayşegül'ün, kulaklığını takmış vaziyette video izlediğini fark ettim. Ne Yağız ne de Yiğit ortalıklarda görünüyordu, zaten Yağız birkaç gündür sürekli koşuşturuyor ama ne yaptığı hakkında hiçbir şey söylemiyordu. Bir şey gizliyor gibi bir hâli vardı ve defalarca sormama rağmen ağzından tek bir kelime alamamıştım.
Önlerindeki boş sıraya oturana dek Ayşegül beni fark etmedi, fark ettiğindeyse kulaklığı hızla çıkardı ve selam verdi.
"Ne izliyorsun?" diye sordum sıranın üstünden telefonun ekranına bakmaya çalışarak.
"Konu anlatım videosu tabii, başka ne olacak? Yemin ediyorum tükendim ya, on altı yaşımızda, gençliğimizin en güzel zamanlarında, bize dayattıkları şeye bak."
"Hayda, eşit ağırlıkçısın kızım sen, kırk saatin kırk beşinde uyuyorsunuz zaten, biz ne yapalım?" diyen Utku'ya hak verdiğimi belirtircesine başımı salladım. Bizim okuldaki eşit ağırlıkçılar biraz rahattı gerçekten de. Çoğu dersleri boş geçiyordu, sayısalcılarınsa nefes almaya bile vakti yoktu. Yine de en iyi sıralamaları yapanların eşit ağırlıkçılar olmasını kimse anlamlandıramıyordu.
Bazen annem beni bır yıl geç yazdırdığı için dua ediyordum. Şu an on birinci sınıf olmayı istemezdim. Hayatıma dertsiz tasasız fazladan bir yıl hediye etmişlerdi.
Sağ tarafımda hissettiğim hareketlilikle oraya döndüm, Yağız yanıma oturmuştu. Ona kızgınlığım geçmiş olmasa da yeniden tartışmak istemiyordum, sesimi çıkarmamaya çalışıyordum. İma ettiği şey kalbimi kırmıştı. Ben ona güvenmiş, kendimi açmış, en büyük yaralarımı anlatmıştım ve bunu tartışma anında bana karşı kullanmıştı; dürüst olmak gerekirse beni biraz korkutmuştu. Gelecekte olabilecekler beni ürkütmüştü: kalbimi nasıl kırabileceğini çok iyi biliyordu ve bu avantajı kullanmaktan çekinmezdi.
Ona baktım, sandalyesinde benim gibi ters dönmüş, arasına yüzünü aldığı kollarını sıraya dayamıştı. Nedense, suratındaki ifadeyi gördüğüm anda düşündüklerimin yanlış olduğu hissine kapılmıştım. Yağız'ın insanların zayıflıklarının farkında olduğu doğruydu ama kalbimi isteyerek mi kırmıştı gerçekten? Yaptığı şeyi fark ettiğinde geriye çekilmesini ve şaşkınlığını hatırladım. Benden kaçmasını. Tartışma anında ne söylediğinin farkına varmıyor ve düşünmeden konuşuyordu. Sinirli olduğunda kontrollü Yağız Gürpınar gidiyor ve düşündüğü her şeyi dile getiren bir tanesi geliyordu yerine. Yani, evet, dile getirmeye çalıştığı şey kesinlikle kendi düşüncesiydi ama bunu normalde bana söylemezdi, saklardı kendine. Sarhoş cesareti gelmişti çocuğa bir anda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
black butterflies & déjà vu // 1
Teen Fiction"Selam, burası boş mu?" "Anlamadım, sandalyeyi mi almak istiyorsun?"