2.6

1.7K 126 26
                                    


Junmyeon uyandığında bunun sebebi çalan telefonumdu. Gözlerini aralayıp yavaşça doğrulduğunda aramayı cevapladım, arayan menajer ablaydı. İşte şimdi sıçmıştım.

"Evet?" dediğimde menajer ablanın sinirli sesini duydum.

"Yinni, yarım saate çıkmalıyız ama sen yoksun. Neredesin sen?"

"Sabah yürüyüşüne çıkmıştım. Kendimi biraz uykulu hissettim, vücudumu açmak istedim." Sahte nefesler alıp verdim. Junmyeon doğrulmuş uykulu gözlerle bana bakıyordu. Saçları dağılmıştı ama gözlerinin şişliği biraz olsun dinmişti. "İki dakikaya evdeyim."

"Acele et!" Menajer abla bana bağırıp telefonu kapattığında iç geçirdim.

"Tüm gece bu şekilde mi durdun?" Parmaklarıyla saçlarını düzeltirken beni işaret ettiğinde omuz silktim.

"Seni uyutabilirim, demiştim." Yorgun bir şekilde gülümsedim.

"Gitmeli ve biraz uyumalıydın. Beni uyandırmalıydın." Uzandı ve yanaklarıma dokundu.

"Biliyorum, büyük ihtimalle gözaltı torbalarım çıktı yine." Kapıyı açtım. "Her neyse, şimdi gitmeliyim."

Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda yüzüme soğuk bir rüzgâr vurdu. Yıkandıktan sonra dışarı çıktığımı hatırlayınca titredim. Araba belli ölçüde soğuğu kesmiş olsa da son bir saatte çok üşümüştüm. Junmyeon bana doğru koltukta eğildi. "İyi görünmüyorsun."

"İyiyim. Merak etmene gerek yok. Sonra görüşürüz." El salladım ve kapıyı kapatıp hızlı adımlarla arabanın etrafından dolaşarak parka doğru ilerledim. Salıncakların oradan geçerken hapşurduğumda hastalanmamak için dua ediyordum.

Aceleyle eve gittiğimde menajer abladan sonra da Yogeum'dan fırça yedim ve hızlıca üzerimi değiştirdim. Yanıma bir tane çikolatalı ekmek alıp arabaya bindiğimde üşümeye başladım. Yemek yemek için vaktimin olmayacağını bildiğimden hemen ekmeğin paketini açıp kemirmeye başladım.

"Bugün oldukça yorucu bir gün olacak kızlar." dediğinde menajer abla, Opal iç geçirdi.

"Hangi gün değil ki?" diye sorduğunda kafamı salladım.

"Biliyorsun unni, bizde tatili hak ediyoruz." Jihyun menajer ablayı dürtmeye başlayınca Seuhan abla duymamazlıktan gelmeye başladı. "Unni!" diye bağırınca Jihyun, sinirle ona baktı.

"Sağır değilim Jihyun-ah!"

"O zaman neden tepki vermiyorsun? Başkan ile bizim için konuşabilirsin. En azından," Eliyle beni işaret etti. "Yinni'ye izin versin de evine gitsin. Neredeyse beş yıldan fazladır ailesini görmüyor."

Herkesin bakışları bana döndüğünde ben hâlâ ekmek kemiriyordum. İç geçirdim. Ailemin yokluğu yine kalbimi sızlatmaya başlayınca dolan gözlerimi saklamak için başımı aşağıya eğdim. Gerçekten bunu düşünemeyecek kadar kalpsiz olabilirler miydi? Başkan bir kere bile evime gitmek isteyip istemediğimi sormamıştı. Kore'ye geldiğimden beri ailemi görebildiğim tek zamanlar görüntülü konuşmalarımız olmuştu. Tutu da Çinli olmasına rağmen ailesini benden çok görüyordu. Çin'de ne zaman programı olsa ailesi de geliyor ve sahne arkasında kızlarını görebiliyorlardı. Ben ise umutsuzca evime gidip ailemi görebilmek için izin almaya çalışıyordum. Üstelik dünya turundaki konsere ailemi getirtmem için bana hiçbir şekilde yardımcı bile olmuyorlardı. Herkesin ailesi konseri izlemeye gelirken ben annemle babama koltuk ayırmamaları sinir bozucuydu.

"Yinni, ağlama." Tutu kollarını bana sarınca kafamı iki yana salladım.

"Ağlamıyorum. İyiyim ben." Kafamı kaldırdım ve hafifçe gülümsedim. "Sorun yok."

c o ş k u | suho (✓)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin