Yüzünde kocaman bir gülümseme, neredeyse ağzı kulaklarına varacak. Mavi ile yeşilin karıştığı gözleri de bu tebessüme candan katılmış. Yeni bayram kıyafetini giymiş bir çocuk gibi tasasız ve çok mutlu. Dün akşam aklından çıkmıyor. Artık dünyasının saati O'na ayarlı. Sadece dünyasının mı?! Yüreğinin ve aşkının saati... Demek ki eksik parçası O'ydu! Her şey yerli yerine oturmuş halde. Ve imkansız diye bir sözcük bilmiyor. Mayıs güneşinin harareti ve ne olduğunu birbirinden ayıramadığı birtakım çiçek kokuları doluyor içine. Sanki doğa onun bu neşesine katılıyor.
- Neden öyle saf saf, kendi kendine gülüyorsun?!
Aziz kendini toparlamadan aynı ruh hali ile:
- Seviyorum!.. deyiverdi. Aslında bu sözcük hafif bir çığlık gibi dudaklarından çıkıverdi.
- Sakın Anaya deme bana!
Aziz hâlâ aynı yüz ifadesiyle:
- Tabii değil anne.
- Güzel! Sana gelin olacak kızı ben seçeceğim. En hamaratından, en güzelinden!
derken kadın bir an durakladı. Ne demişti bu oğlan?! Kime aşık oldu?! Daha dün akşam hiçbir şeyi yoktu:
- Kimi seviyormuşsun bakayım sen?!
Aziz, biraz mahçup gözlerini yere eğiyor, karasız dese mi demese mi?! Annesinin meraklı ama biraz sert ses tonuyla azıcık ayılıyor. Endişeli suskunluğu devam edince:
- Söylesene oğlum, beni çatlatacak mısın meraktan?! diye neredeyse bağırıyor orta yaşlı kadın.
Aziz ürkek ürkek anasının yüzüne bakıyor:
- Anne! Şey...
- Evet oğlum söyle.
- Beni seviyorsun değil mi?!
- Tabii oğlum, evlat sevilmez mi?!
- Mutlu olmamı istersin değil mi?!
-Elbette çocuğum, hele benim gibi kötü bir evlilik yaparsan bunu her şeyden çok istersin.
- Tamam söylüyorum.....
Araya yine bir suskunluk giriyor. Annesi karşısında gözünü kırpmadan bekliyor. Aziz derin bir nefes alıyor ve:
- İclal! diyor.
Az önce oğlu evlenecek diye heyecanlanan kadın bir anda yok oluyor, yerine öfkeden yüzü kıpkırmızı bir cadı geliyor. İlk anın dehşetiyle oğluna hazırladığı, masadaki kahvaltı tepsisini elinin tersiyle yere fırlatıyor:
- Senin gibi evlat olmaz olsun!
Aziz önce ne diyeceğini bilemeden olduğu yerde kalıyor. Kadını zapt etmek ve susturmak mümkün değil. Oturduğu sandalyeden fırlamış bahçede bir o yana bir bu yana gidiyor, bir yandan söyleniyor:
- Benim hayatımı mahvettikleri yetmedi!... Sıra çocuklarıma geldi!.. Asla! Ben yaşadığım sürece bunu yapamayacaklar!
Kadın adeta bir sinir nöbetine giriyor. Aziz put gibi donup kalmış bir yandan onu dinliyor öte yandan tuhaf hareketlerini seyrediyor.
-On üç yaşımdaydım beni zorla evlendirdiklerinde! Ömrüm hasta bakmakla geçti! Ne aşkı tattım ne kocayı bildim!
Geçmişin açılan defterlerini anlamakta Aziz zorlanıyor ama sesini çıkarmıyor. Annesini çok iyi tanıyor, bu halinde ona laf anlatmak imkansız! Sakinleşmesini bekliyor.
- Çok zenginler ya! İstedikleri kızı alırlar! Evet! Beni kurban seçtiler! Zavallı babamı da ikna ettiler! Gözünü boyadılar! Garibim bana iyi bakacaklar, rahat olacağım diye çok sevinmişti!
Kadın nefesi kesilmiş gibi bir an durakladı, çiçekleri çevreleyen iri bir taşın üzerine çöktü, iki elinin arasına başını alıp anlamsızca yere bakmaya başlıyor. Geçmişin muhasebesini yapmak zor. Gözlerinden süzülen yaşları yine sinirle siliyor elinin tersiyle ve yine ayağa fırlıyor ayağa! Birkaç hızlı adım bir yana, birkaç hızlı adım öte yana! İçindeki nefret ve haksızlığa uğramışlık duyguları bir türlü durulmuyor.
- Evet çok rahat ettim! Aksırıklı tıksırıklı, benden otuz yaş büyük adama hizmetçi oldum! Yetmedi! Üstüne bir de halan olacak kadını çektim! Onu yapmadı dayak, bunu yapmadı dayak! Baban öldüğünde bize kalanlarla azıcık rahat ettim.
Kadın yine beynine gömülüyor, az önceki sesli isyan zihninde devam ediyor.Yürürken denk gelen ufacık taşları tekmeliyor gibi. Arada toz yükseliyor adım attığı yerden.
- Demem o ki sen halana yakın kimseyle evlenemezsin! Ben ölmeden asla!
Aziz, bugüne dek duymadıklarının şaşkınlığı içinde. Babasıyla annesinin yaş farkını biliyordu ama, annesinin böyle satılır gibi evlendirildiğini ve halasının yaptıklarını bilmiyordu. Ne diyebilir ki şu durumda?! Az önceki mutluluğu yerin dibine girmiş, dünyası sallanmakta! Gözleri az önce annesinin öfkeyle fırlattığı kahvaltı tepsisinden oraya buraya savrulan tabaklarda ve yiyeceklerde. Kendine benzetiyor, dağılmış!
Karşısındaki yere devrilmiş sandalye sert bir sesle kaldırılınca annesini karşısına oturduğunu fark ediyor. Kadının delici bakışlarından kurtulamıyor ona bakınca. Neler yok ki o gözlerde şimdi?! Acımasızlık, zehir saçan bir irade!
- Seni ben doğurdum! Her şeye katlanarak bu günlere seni ben getirdim! Eğer azıcık ana kıymetim varsa beni dinlersin!
Bu konuşmaların sonundaki tek gerçek, İclal'i gönlünden çıkarmaktı. İçi yanmaya ve ağlamaya başlıyor. İnsanın içi ağlar mı?! Evet! Hem de nasıl! Kalbinin olduğu yana derin bir sızı yerleşiyor. Annesinin söyledikleri, göz yaşlarının dışa akmasını engelliyor. Ânın şaşkınlığıyla kekeleyerek:
- İclal halamın akrabası değil ama .....
Ayıplanacak bir iş yapmış gibi ardından gözlerini yere dikiyor.
- Neyse ne! Halanın sahip çıktığı ve sevdiği bir kız! Onunla evlenirsen halan bir şekilde hayatının içinde kalmaya devam eder! Ve ben o iğrenç yaratığın yakınımda olmasına dayanamam! Çek vur beni daha iyi! O kızı ben sevemem, kabul edemem!
Aynı sinirle yerinden kalkıyor ve az önce masadan attıklarını toplamaya başlıyor oradan buradan. Yine söyleniyor:
- Konuşmuyorum, görmüyorum, evime sokmuyorum ama, kadın yine zarar veriyor! Kara yerin dibine girsin tez vakitte!
Aziz, cezaya bırakılmış bir çocuk gibi hâlâ yerinde, kıpırdayamıyor. Annesini daha önce öfkeli görmüştü ama, bu seferki bambaşka. Dirseklerini masaya dayıyor, az önce annesinin yaptığı gibi başını iki elinin arasına alıp dalıyor. Düşünmek yetmiyor ki mutluluğa. Annesi bu kararından dönmez. Eee ne olacak şimdi?! Ne kadar aklını zorlasa da şimdilik çıkış yok! Dört duvarla çevrilmiş yüreğinde sadece O var. İri, buğulu, kahverengi gözleri geliyor önüne. İçinden "Olacak!" diyen bir ses duyuyor. İnanması oldukça güç! Hem sonra annesi oğluna dayanamaz ki! Elbette bu öfkesi durulacak. Mesela yemeden içmeden kesilse, mesela hep üzgün üzgün olsa! Sabahlara kadar uyumasa! Zayıflasa, iğne ipliğe dönse! Hatta yataklara düşse! Vallahi annesi dayanamaz ve tamam derdi. Bir de anlı şanlı bir düğün! Sonra ağabeysi geliyor hatrına, o da henüz bekar. Acaba benden evvel evleniyor diye bir şey der mi?! Yok canım! O da mutlu olmasını ister. Dehşete düştüğü krizden pembe bir aleme geçmesi birkaç dakika sürüyor!
Kendi kendini tebrik ediyor. Bu durumda annesine sessiz kalabilmesi, çok akıllıca! Eğer dayanamayıp karşılık verseydi, iş inada binerdi! En azından şimdilik sadece annesi kararlı! Ama bilmiyor, seven bir kalp neler yapmazdı ki?!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)
RomanceAynı coğrafyada yaşanmış üç gerçek aşktan ikincisi.Üçlemenin ikinci kitabı.Yaşadığınızı hissettiren insanı kazanmak için neleri göze alabilirsiniz? Gençliğin ve sevdanın dayanılmaz hafifliği ve çılgınlığı.