Bin dokuz yüz elli bir yılı Ağustosunun sonları. Hafiften serinleyen havalar sonbaharın habercisi. Hastanenin bahçesindeki ağaçların yaprakları sarıya dönmeye başlamış. Tatlı, insanı üşütmeyen bir rüzgar yüzleri okşuyor. İki adam hastane banklarının birinde yan yana. Biri görevini tamamlamış insanların mutlu telaşında, diğeri ise son umudunu kaybetmeme çabasında.
-"Paranın kalanını vezneye yatırdım, artık borcumuz kalmadı hastaneye! İclal de iyileşti mi çıkıp gideriz buralardan." diyen Kamal'in sesi neşeli bir tınıyla dolu ama, Aziz sanki donmuş gibi tepkisiz. Onu böyle gören ağabey korka korka soruyor:
-" Neler oluyor? Neden hiç sevinmedin bu habere?"
Aziz yine gözleri yerde bir noktaya takılı, başı iki elinin arasında duruyor. Kemal onu sert bir hareketle çekiyor kendine:
-" Bilmediğim ne var? Bir hafta içinde yettim geldim de bu arada neler oldu?"
Aziz inatla susuyor. Kemal, bu sefer onu daha sert bir şekilde sarsıyor:
-" Ne oldu desene, çıldırtma beni!"
Aziz nefes almakta zorlanıyor hâlâ, sanki tek laf edecek hali yok. Ağabeyinin ısrarla bekleyişi karşısında daha fazla sessiz kalamıyor ve kendini zorluyor:
-" Geç kalmışız ağabey!"
-" Parayı denkleştirir denkleştirmez getirdik hastamızı."
-" İclal bu hastalığın son evresindeymiş...." deyip tekrar susuyor Aziz.
-" O ne demek?"
-" Geç kalmışız işte! Böbreklere kan akışı olmamış karımın vücudunda ve bu yüzden şimdi görevlerini yapamıyorlar. Yani...."
-" Yani ne?"
-"Durumu kritik ..."
-" Biz özel hastane, daha iyi olur diye getirmedik mi buraya?"
-" Getirdik ağabey, zaten çoğu hastanede olmayan bir makine var burada, arada bir İclal'i o makineye bağlıyorlar. Yapılabileceğin son noktası..."
-" Bu illetin başla çaresi yok mu? Gidip bir doktorla konuşayım!"
-" Ben bu sabah konuştum."
-" Ne dedi?"
-" Ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar."
-" Daha!?"
-" Dahası, İngiltere'de mi ne böbrek nakli için uğraşıyorlarmış ama, henüz başarılı olmamış. Anlayacağın, İclal'in bünyesine kalıyor gerisi. Ne kadar dayanır bilinmez..."
Kemal kardeşine sıkı sıkı sarılıp ağlamak istese de tutuyor kendini. Hem yeri hem zamanı değil. Hem kardeşinin güçlü olması gerek, düşünmeden yapacağı bir hareket ya da söyleyeceği bir söz onu daha kötü yapabilir. Aziz:
-" Bugün İclal'i hastaneden çıkaracaklar. On beş günde bir o dediğim makineye bağlanması için geleceğiz."
-" E durumu nasıl? Güçlendi mi biraz?"
-" Pek göremedim ki tedavisi sürdüğü için. Öğleden sonra gidip alırız onu."
Kemal sevinçle geldiği bu yerde aklına gelen en son şeyleri duymanın üzüntüsünde. Sözün tükendiği yerde kardeşinin bekleyişine katılmaktan başka çaresi yok. Son umudu kaybetmemek için çırpınan iki adam yorgun çöküp kalıyorlar o bankta.
Zaman çok ağır ilerliyor, bu yüzden ne kadar vakit geçti belli değil onlara. Aziz'in kafasındaki mutlu aile tablosu her an biraz daha kendinden uzaklaşıyor sanki. Sonra bilinmeyen bir karanlıkta o mutluluğu zerre zerre dağılıyor. Ve elinden gelen hiçbir şey yok. Sadece çaresizce elinden kayan her şeye ağıt yakıyor kalbinde. Canı acıyor da canını acıtmıyor.Canın canı gittikten sonra vız gelir tırıs gider her keder. Olabileceğini bilse o an kendi böbreğini söküp karısına verebilir hem de hiç tereddüt etmeden. O bu kadar hastayken kendi sağlığına düşman oluyor Aziz adeta...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)
RomantikAynı coğrafyada yaşanmış üç gerçek aşktan ikincisi.Üçlemenin ikinci kitabı.Yaşadığınızı hissettiren insanı kazanmak için neleri göze alabilirsiniz? Gençliğin ve sevdanın dayanılmaz hafifliği ve çılgınlığı.