Yolculukları üçüncü gününde son buluyor. Çoluk çocuk hepsi perişan. Üst üste, yük treninde yapılan yolculuk hepsinin iç dünyasını yerle bir ediyor. İclal bu birkaç günde gözle görülür derecede kilo kaybediyor. Yüzü mum gibi bembeyaz. Yol boyunca bulantıları artarak devam ediyor. Çocuklar halsiz düşüyor, Nuray yorgun. Aziz ile Kemal'in saç sakal birbirine karışıyor. Bu kadar zorlu olacağını düşünmemişlerdi anavatana dönüşün. En iyimser hallerini bile kaybediyorlar. Aşağılanmanın zirvesinde zorun zoru yol almışlardı. Çok nadir verilen molalarda temel ihtiyaçlarını bile güç karşılamışlardı. Dip dibe yapılan bu yolculuğun tesiri hepsinin üzerinde aynı. Çaresizlik içinde ve her şeyini bir anda geride bırakan mutsuz insanlar kafilesi sonunda son durağa varıyor.
Mehmetçik, Edirnede trenden inenleri sadece kendi bildiği duruma göre gruplara ayırıyor. Kimliklerin kontrol edilmesi gerek. Çünkü önceki kafilede Türk olmayan, içlerinde bir iki casusun da bulunduğu bir takım insanlar sorgulanıp geri çevrilmişti. Askerlerin gösterdiği noktalarda toplanıp emir üzerine tek sıra halinde bekliyorlar. Yolda halsiz düşen çoğu kişi, yanlarındaki yüklerin üzerine çöküyor, hatta yorgunluktan uyuyakalan var. Tam bir ana baba günü karmaşası yaşanıyor. Aynı aileden oldukları için hepsi bir yerde sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. İclal, denklerin üzerinde uyuyup kalan küçük ikbale sokulmuş gözlerini zor açabiliyor. Nuray da hemen yanında, Mehmet kucağında yatıyor. Aziz ve Kemal ayakta ve tetikte. Anavatan ama, hiç bilmedikleri bir yerdeler. Uzun saatlerin ardından sıra kendilerine geliyor. Kemal hepsinin kimliklerini görevli askere veriyor. Asker:
-" Türkiye'de akrabanız var mı?" diye soruyor. Kemal yorgunluktan sersemlediği için bir an duraklıyor. Kısa bir düşünmenin ardından:
-" Evet! Teyzem var Edirnede."
-" Güzel, bana adını söyle."
-" Ümran Keskin."
Asker önündeki alfabetik sıraya göre düzenlenmiş kalın defterde bu ismi arıyor. Bu arayış aynı zamanda neden saatlerce beklediklerinin nedenini belli ediyor. Casus ve çapulculara karşı sert önlemler alınmış.
-" Buldum, evet. Kocasının adını da söyle."
-" Ali Keskin."
-" Tamamdır. Şimdi aileni al ve şu ilerideki barakayı görüyor musun? Beyaz bayraklı. İşte oraya gidin, sağlık kontrolleriniz yapılsın."
-" Olur, gideriz."
Kemal kimliklerini alıp Aziz ve çocukların yanına dönüyor:
-" Hadin bakalım alın eşyaları, şimdi sırada sağlık kontrolü var."
Bitkin adımlarla Kemal'i ardına takılıyorlar.
-" Ağabey biz de Türküz ama, sanki bize soğuk davranıyorlar, istemiyorlar gibi. Ne garip karşılama!"
-" Öyle düşünme. Geçen hafta gelen trende iki casus yakalanmış. Bulgar gavuru Türk diye istemediği, ne idüğü belirsiz kişileri de göndermiş. Ondan bütün bunlar."
-" Yaaaa! Vay gavur vay! Yaparrr! Yeterki eline fırsat geçmesin!"
-" İşte tüm bunlardan dolayı sıkı önlemler alınmış. Ülke güvenliği tehlikeye atılmaz. İkinci savaşın ardından dünyadaki ülkeler ikiye bölündü. Bir koministler bir de bizim gibiler. Boş bırakırsan ajanlar cirit atar."
-" Doğru diyorsun ağabey."
Bu konuşmanın ardından Aziz İclal'e dönüp bakıyor. Genç kadın zor yürüyor. Bir ara lafa dalıp unutmuştu karısını. Koşup gidiyor küçük kızını kucağına alıyor, İclal'in koluna giriyor. Kadının gerçekten bir desteğe ihtiyacı var. Uzaktan yakın gibi görünse de sağlık barakasına varmaları yarım saatlerini alıyor. Kemal kimliklerini kontrol eden askerin verdiği belgeyi kapıda bekleyen diğer askere gösteriyor.
-" Geçin şöyle, sıra gelince içeri girersiniz."
Aziz iclal'i bir ağaç gölgesine oturturken söyleniyor:
-" Ne bitmez sıraymış be! Eklene eklene devam ediyor."
-" Kolay değil oğlum, yeni bir hayata başlıyoruz. Evvela Türk olduğumuzun tescil edilmesi gerek. Hem hiç fena değil bu sağlık kontrolü! Kadınlar, çocuklar doktora görünsün. Zaten İclal hiç iyi görünmüyor."
-" Doğru vallahi! Ayak üstü olsa da doktor doktordur!"
Nuray acıkan oğluna çıkınından bir parça ekmek çıkarıp veriyor. Mehmet susuyor ekmeği gevelerken. Aslında hepsi aç. Kemal:
-"Aziz İclal'in yanına gidin, neyimiz kaldıysa karnınızı doyurun, bu bekleyiş de uzun sürecek. Hadi Nuray sen de!"
-" Ağabey sen?!"
-" Önce sen bir şeyler ye, sonra gel sen sıraya geç ben yemek yiyeyim."
-" Hemen ağabey."
Ağacın altına çöktüler. Evde yaptıkları son ekmekleri biraz bayatlasa da aç olunca tatlı geliyor. Kalan ne varsa katık ediyorlar. Aziz acele ediyor, hatta oturmuyor bile. Ben ayakta da yerim diye sıraya gidip Kemal'i gönderiyor yemeğe. Ağabeyi haklı çıkıyor, buradaki sıra daha ağır ilerliyor. Akşama doğru sağlık kontrolüne girebiliyorlar. Doktor bazı sorular soruyor önce. Stateskopla sırtlarını ve göğüslerini dinliyor. Boğazlarını kontrol ediyor. Genç cumhuriyetin başındaki en büyük sağlık belası, verem. Savaşlardan yorgun ve fakir çıkan ülke bu hastalığın pençesinde. İyi beslenme ve refah hayat gerek bu illete ama, ülke fakir, nerdeee...
Yaklaşık bir saate yakın süren bu kontrolün ardından hemen arka yanda küçük kulübelere benzer yerlere alınıyorlar. Mütevazı ama, en acil ihtiyaçları karşılayacak şekilde hazırlanmış. Kemal iclal'i hemen tahtadan sedir benzeri bir yatağa yatırıyor, battaniyesini örtüyor. Küçük kızını da yanına yatırıyor:
-" Siz azıcık dinlenin. Asker karavanasında çorba pişiyor, bize de dağıtacaklar, ben size getiririm."
Kemal de aynı şekilde Nuray'ı ve oğlunu yerleştirmiş, kulübenin kapısında kardeşini bekliyor.
-" Gel biz de dışarıda oturalım biraz."
Kulübenin önünde oturuyorlar.
-" Gördün mü anavatan bizi açıkta da bırakmadı aç da bırakmadı. Allah devlete millete zeval vermesin!"
-" Amin! Ama ağabey bir an trenden inince korkmadım desem yalan olur. Yol bilmeyiz, iz bilmeyiz."
-" Hiç endişe etme, Allah garip kulunun yuvasını yapar."
Kemal bir süre susuyor, sanki bir şey söyleyecek de dese mi demese mi kararsız. Aziz:
-" Bir şey mi oldu ağabey?"
-" Olmadı da bir şey gördüm, daha doğrusu birini gördüm o kalabalıkta."
-" Kimi gördün?"
-" Anamı gördüm Cemil ile."
-" Aaaa aynı trende miymişiz?!"
-" Evet. Kocasının koluna sıkı sıkı sarılmış önümüzden geçti de bizi fark etmedi."
-" Aşık ya, ondandır!" derken gülsün mü ağlasın mı karar veremiyor. Bir süre susup düşünüyor, ardından:
-" E o zaman onlar da şimdi buradalar. Acaba hangi kulübedeler?!"
-" Boşver nerdeyse nerde! Ben sen karşılaşırsan, hazırlıklı ol diye söyledim. Kendine hakim ol, bırak ne yaparsa yapsın!"
-" Ağabey içimdeki öfke geçmiyor biliyor musun?"
-" Benim de öfkem hâlâ taptaze ama, bir anlık sinirle olay çıkarmanın anlamı yok."
-" Haklısın."
-" Hadi koçum kalk! Çorba dağıtılmaya başlanmış, çocukların boğazından sıcak bir lokma geçsin."
Kemal ve Aziz bu sefer de çorba sırasına giriyor. Allah'tan bu sıra çabuk ilerliyor. Büyükçe bir kase çorba ve bir somun ekmek veriliyor herkese. Ekmeğin taze kokusu muhteşem. Bu bile mutlu olmalarına fazlasıyla yetiyor. Allah kerim sonrası için...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)
RomansaAynı coğrafyada yaşanmış üç gerçek aşktan ikincisi.Üçlemenin ikinci kitabı.Yaşadığınızı hissettiren insanı kazanmak için neleri göze alabilirsiniz? Gençliğin ve sevdanın dayanılmaz hafifliği ve çılgınlığı.