38.BÖLÜM

1.6K 11 0
                                    

         İclal, kendinden saklanan gerçeği öğrendiği andan itibaren farklı biri oluyor. Aziz'in taşıdığı bu ağır yükü kendi de yükleniyor. Kocasının ve çocuklarının iyi olması için daha güçlü bir duruş sergilemeye çalışıyor tüm kuvvetiyle onların yanında. Ama, yalnız kaldığında bırakıveriyor kendini endişelerine. Zaman zaman da geçmişte yaşıyor, kasabalarındaki günlerinde. Zaman hem bir çırpıda akıp geçmiş gibi hem de yerinde sayıyor gibi. Bunalımları yakasını bırakmıyor, hele son öğrendiğinden sonra. Kendini dinlediği vakitleri de oluyor arada. Yüzündeki ve bedenindeki şişlikleri dikkatini çekiyor. Gün geçtikçe çirkinleşiyor. Bunun yol açtığı karamsarlık olur olmaz şeyler düşünmesine de neden oluyor. En kötüsü de Aziz'in kendini beğenmemesi ve sevmekten vazgeçmesi. Bu, hastalığa dayanmaktan bile zor geliyor kendine. Her şey yoluna girdi derken un ufak dağılmaya benziyor felaketi. Hem toz duman olacak hem de sevdikleri için sağlam ve dirençli. Zaten hayatı boyunca zor yakasından düşmemişti. Şimdi de sonunu bilmediği başka bir imtihanı yaşıyor. Beden gücünün yanı sıra oldukça güçlü bir maneviyat gerektiriyor. Yalnızken kolay her şey, olduğu gibi kapıp koyuveriyor kendini ama kocasının yanında tam tersi görünmeye çalışmak o kadar güç bir mesele ki... Kadın sedire dayanmış iki büklüm otururken kendi içinde bunları yaşıyor. Bir başına kalmanın rahatlığında bırakıveriyor kendini. O sırada odadan oğlunun ağlama sesi geliyor. Gidip kucaklıyor bebeğini. Oğlan susuveriyor, bu aralar kucak delisi olmuştu. Pencereden bahçeye bakıyor, kızı yere oturmuş, toz toprak içinde kendince oynuyor. Kadın salona geçip yine sedire oturuyor, acıkmış bebeğini emzirmeye başlıyor. Ama kalbi yerinden fırlayacak gibi sıkıntılı. Kendini yerle bir eden bu sıkıntıdan kurtulması lazım. Kucağındaki bebeğin saçlarını okşuyor, bir süre onun oburca sütünü emmesini seyrediyor. O çok iyi tanıdığı bunalımlardan biri gözlerinin dolmasına sebep oluyor. Ya kendine bir şey olursa?! Bebesinden ayrılırsa?! O, o kadar küçük ki!.. Anneye ihtiyacı var, nasıl da kınalı kuzu misali sokuluyor kendi bedenine. Yaşlar yanağına süzülüyor, bir bulantı aniden midesine oturuyor kadının. İşte korktuğu başına geliyor. Bu bulantının sonu baş dönmesi ve yine halsizlik. İçinden yalvarıyor: " Ne olur! Şimdi olmasın! Çocuklarımın ihtiyaçlarına yetişmem gerek! Ne olur şimdi olmasın!" Bedenini iyice sıkan kadın engelleyemediği bir öğürtüyü bırakıyor gırtlağından. Dudakları sımsıkı kenetli. Gözünün önünde siyah noktalar uçuşuyor. Sırtını sedire veriyor sağlamca. Bebeği yanına yatırıyor usulca. Gözlerini yumup bu dayanılmaz hissin geçmesini bekliyor.

-" İclal! Fenalaştın mı?!" diyen Nuray bir iyilik meleği gibi son anda yetişiyor. Nuray onun yüzünün bembeyaz kesilmesinden ve ifadesinden anlıyor fena halini. Uyuyakalan bebeği alıp yatağa bırakıyor, ardından kadını sedire boylu boyunca uzatıyor. Yüzüne, boynuna su serpiyor, pencereyi açıp bol temiz hava almasını sağlıyor. En sonunda da sedirin yanında yere çöküp onun elini tutup bekliyor bu nöbetin geçmesini. İclal içinde bulunduğu kaygı ile titriyor uzandığı yerde. Sonunda bu titreme duruyor, kadının kapalı gözleri açılıyor ve yerinden doğrulmaya çalışıyor. Nuray onu engelliyor:

-" Az daha yat, acele etme! Ben burdayım, için rahat etsin."

İclal tekrar ağlamaya başlıyor, arada da konuşuyor:

-" Senin de haberin var mıydı hastalığımdan?"

-" Kemal dün gece dedi bana, bana da duyurmamış."

-" Ne yaparım ben şimdi?!"

-" Hişşşt! İnancını sakın kaybetme, isyan etme! Derdi veren güzel Allah'ım çaresini de verir."

-" Baksana halime, yine kendimden geçtim, ya sen gelmeseydin?!"

-" Ama geldim değil mi?! Demek ki güzel Allah'ım beni sana tam vaktinde yollamış. İyi düşün iyi olsun!"

-" Ya ölürsem, çocuklar ne olacak?!"

-" Bak hâlâ kötü kötü şeyler düşünüyorsun! Kızdırma beni! Bugün bir şeyler yedin mi sen?"

İclal hayır anlamında başını sallıyor.

-" Yemek yemezsen tabii daha da güçten düşersin. Ben seni çağırmaya gelmiştim. Bir şeyler hazır ettiydim hem yeriz hem beraber otururuz diye."

İclal kadının dediklerini çok uzaktan duyar gibi sadece. Takıldığı yerde sabit:

-" Ben anamı ufacıkken kaybettim. Anasız büyümenin ne zor olduğunu bilirim. Kolun kanadın hep kırık kalır. Seni sarıp sarmalayacak kimsen yoktur. Ana gibisi var mı?!.."

-" Sus be kız! Beni de ağlatacaksın şimdi!" derken  Nuray bir yandan gözlerini siliyor. İclal onu öyle görünce yine bırakıveriyor göz yaşlarını. Nuray duruma müdahele etmesi gerektiğinin farkında ve yapıyor:

-" Kalk artık, toparlan! Hem doktor nerden bilecek Allah'ın sana verdiği ömrü! Senin elinden geldiğince kendini dik tutup iyi olacağım diye düşünmen gerek."

İclal bir süre sessiz kalıyor. Sonra uzandığı yerden doğruluyor, kendini zorlayarak gülümsemeye çalışıyor:

-" Haklısın abla, doktor Allah'ın verdiği ömrü nerden bilecek?!"

-" Hadi hazırlan da bize gidelim. Akşam Aziz de gelir Kemal ile. Yemeği de beraber yeriz. Hadi kalk! Ben bebeği hazırlarım."

İclal bu iyi gelen ziyaretle bir kez daha yalnız olmadığını anlıyor. Saçını düzeltip yemenisini bağlıyor başına. Sonra kızını çağırıyor bahçeden içeri. Elini yüzünü yıkayıp üzerini değiştiriyor. Nuray onda gördüğü bu canlanmadan memnun.

-" He şöyle kız! Canlan bakayım biraz! Bak yüzüne renk de geldi. Senin en büyük güç kaynağın, önce Allah sonra da ailen! Hadi bakalım hazırsak çıkalım!" deyip bebeği kucağına alıyor. Nuray önden çıkıyor bahçeye. Mehmet de anasını görünce onun yanına koşuyor, eteğine sarılıyor. Kadın onun bebeği kıskandığını anlıyor, eğilip oğlumu öpüyor.

-" Allah saadetinizi arttırsın! Nereye böyle?!"

Nuray, bahçe duvarının öte yanından kendisine laf eden kaynanasını görünce bir an irkiliyor yerinde. Cevap veremiyor önce, sonra toparlıyor kendini:

 -" İclal'i çağırmaya geldim, bizde oturacağız da..." derken oldukça geriliyor.

-" İyileşti mı o hastalıklı?!"

-" Ana sus! Deme öyle! Çoluğu çocuğu var kadının! Allah'ın izniyle iyileşecek inşaallah!"

-" Heee! İyileşir iyileşir! "

-" Sus duyacak! Zaten çok üzülüyor!"

-" Yalan mı diyeyim?! Hasta işte! Bir de bu haliyle oğlumun gönlünü çeldi mıymıntı!"

İclal görünüyor derken kapıda. Ürke, kendi istediğinin olmamasının nefretini kusmaya devam ediyor, İclal'e:

-" Ne o kız?! Ne zaman öleceksin sen?!"

Nuray atılıyor hemen, genç kadının koluna girip çekiyor yürüsün diye, bir yandan da aynı cümleyi tekrarlıyor:

-" Yürü sen, bakma onun lafına! Duyma kardeşim onu!"

İclal kızının elinden tutup yürürken sendeliyor sanki. Ölüm lafı kanını donduruyor. Soğuk ve korkutucu. Ayrılık demek, ailesinden kopmak demek. Az önceki canlılığı uçup gidiyor üzerinden. Canı çekilmiş gibi Nuray'ın dediğini yapmaya çalışıyor. Ürke hâlâ duvarın öte tarafında durmuş onları seyrediyor. Gördüklerinden ve yarattığı etkiden oldukça hoşnut.insanların acılarıyla beslenen bir yaratığı andırıyor şu an. Yüzünde korkunç bir gülümseme, gözlerinde şeytani parıltılar var. Aklından geçen de aynı:" Bundan sonra benim dediğim olacak, bana muhtaçsınız! Eliniz mahkum! İclal de geberdi mi Aziz yine benim elimde! Her şey istediğim gibi olacak!" Gelinleri gözden kaybolana dek bu kötü düşünceleriyle onların ardından bakıyor. Sonra ardına dönüp yine eteklerini uçuştura uçuştura bir akbaba gibi evine dönüyor.

       -" Abla duydun mu dediklerini?! Vallahi içim acıyor!"

-" Duyma dedim sana! İtin duası kabul olsa gökten kemik yağar! O kim oluyor ki?! Şükür işimiz gücümüz var. Çalışıp kazanacağız, sen de tedavini olacaksın, ötesi Allah'a  kalmış! Kalbini sağlam tut, dua et!..

SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin