11.BÖLÜM

2.3K 15 0
                                    

        Ürke, aynanın karşısında, hiç gözünü kırpmadan yüzünü inceliyor. Kırk yaşına yeni girmişti. Artık bazı şeylerin kendinden geçtiğini düşünüyor. On üç yaşında evlenmiş, ilk oğlunu on dördünde kucağına almıştı. On altı yaşında da Aziz'i doğurmuştu. Yıllar da akıp gitmişti ve gidiyordu. Kocasını kaybettikten sonra da yeni birisi aklının ucundan bile geçmedi. Kendini hep yorgun ve ihtiyarlamış hissetmişti. Oysa, şimdi yüzünü incelediğinde pek derin karışıklıklara rastlamıyor. Ufak tefek ince çizgiler var sadece. Onlar da gayet normal diye aklından geçiyor.

        Sonra O'nu düşünmeye başladı, gerçi sabahtan beri aklından çıktığı yok. Açık avlu kapısından nasıl da uzun uzun kendisine bakmıştı. Önce bir anlam veremedi bu ısrarlı bakışlara. Derken parçalar bir bir yerine oturmaya başladı. Ne zaman karşılaşsalar hep ısrarcı bakışlarında kalmıştı ama, anlamlandırmamıştı. Halanın evlenmemesi konusundaki ısrarı ve Cemilin her denk geldikleri yerde gözleriyle adeta konuşması tek bir sonuca bağlandı kafasında. Henüz yaşı geçmemişti, yani daha gençti. Bu duyguyu yaşamak pek iyi geldi kadına. İçi geçmiş, son nefesini bekleyen bir insan değil. Hâlâ damarlarında gençlik ve coşku dolaşıyormuş meğer. Asıl hatalı kendisi bu durumda. Neden sanki çabucak  geçmişti yaşamaktan?! 

        Ürke, bu iyilik hissinde yüzerken görümcesinin koyduğu şart aklından uçup gidiyor. Cemil'i düşünmek çok daha heyecan verici. Kendini onun güçlü kollarında hayal etmeye başlıyor ardından. Ne vakittir erkek eli değmemiş bedeni ürperiyor. Hep bastırdığı o ihtiyaç tüm gücüyle patlıyor bedeninde. Yüzü kıpkırmızı kesiliyor. Elleri istemsizce kendi vücudunda dolanmaya başlıyor. Yanaklarını, boynunu okşuyor evvela. Sonra daha aşağıya iniyor. Elleri göğüslerini avuçluyor, hâlâ diriler. Oradan göbeğine ve bacaklarının arasına iniyor. Cemil yanında gibi düşünüyor. En ateşli öpücükleri paylaşıyorlar. Ürke terlemeye başlıyor, hareketleri hızlanıyor. Tepeye ulaşması uzun sürmüyor. Ardından önce müthiş bir rahatlama ve ağlama ihtiyacı. 

        Ağlamasının tek nedeni, öfke. Yaşanmamış, yaşatılmamış günlerim öfkesi. On üçünde ne anlar ki kız erkekten?! Ardından da hemen gebe kalmıştı zaten. Kocasının erkek yönünden tek hatırladığı, sadece kendi canı istediğinde Ürke'yi altına alması ve kısa süren bir debelenme. Tek güzel bir söz, tek sevgi dokunuşu olmadan. Ardı ardına gelen iki çocuk neticesi. Bak, büyüt, evle uğraş, vs. vs. Ne genç kız olabilmişti ne tam anlamıyla çocuk. Her şey zamansız yarım kalmış. Ama şimdi genç bir kadın olmanın hazzını yaşayabilir. Kimsecikler engelleyemez. Halanın bir ayağı çukurda, oğulları bir şey diyemez. Çünkü bu, kadınlık hakkı. Sonra Cemil yakışıklı sayılır. Boylu poslu, beyaz tenli, kuvvetli. Zaten karısı da yeni öldü. Yalnız ve güçlü bir adam. Ee malı mülkü de hatırı sayılır kadar var. Daha ne olsun yaşayıp giderler. Toparlanması gerektiğini düşünüyor, her an büyük oğlu gelebilir. Uzandığı yerden kalkıyor, yemenisini düzgünce yeniden bağlıyor. Duvardaki aynaya yaklaşıyor yeniden, gördüğü yansıma hoşuna gidiyor. Yanakları al al, gözleri parlıyor. Aklına delice bir fikir geliyor. Acaba dış kapının önüne çıksa, tekrar Cemil'i görebilir mi?! Yeni yetme bir kız oluyor adeta. Sabırsız adımlarla bahçeyi geçiyor. Ağır dış kapıyı açıyor, sanki tesadüfen. Gözüne kenarda duran çalı süpürgesi ilişiyor. Onu alıyor ve sözüm ona bir iki süpürüyor.Azıcık duruyor sonra yorulmuş gibi. Sonra yeniden. İçi içine sığmıyor bu bekleyişte. 

-" Kolay gelsin Ürke kadın."

Genç kadın, ne kadar düşünerek buna karar verse de ses baktığı yönün tam tersinden geliyor. Ama sesi tanıyor, tuhaf bir panik haliyle:

-" Sağ ol Cemil." derken adamın kendisini görmek için günde birkaç kez buradan geçtiğine inanıyor. Öte yandan şu güne kadar anlamadığı için kendine kızıyor. Şimdi tepeden tırnağa bir genç kız. Gözlerini süzüyor adama bakarken ve soruyor:

-" Sen ne arıyorsun buralarda?"

-" Ne diyeyim? Gerçeği mi münasip olanı mı?"

-" Gerçeği tabiiki."

-" Tamam. Seni görmek için."

Ürke'nin ayakları yere basmıyor artık. Epeydir unuttuğu bu coşkuyu hissetmek canına can katıyor. İşveli işveli yeni bir soruya geçiyor:

-" Nedenmiş o?!"

Cemil olumlu karşılığı anlıyor ve hiç uzatmadan deyiveriyor:

-" Yarın buluşalım seninle, uzun uzun anlatırım."

-" Olur ama nerede?"

-" Yarın kuşluk zamanı dere kıyısında, tamam mı?"

-" Tamam."

Cemil çevredeki evleri kolaçan ediyor gözünün ucuyla. Zamanlama çok önemli. Vaktinden önce dikkat çekerlerse, dedikodulara ve yanlış yorumlara maruz kalabilirler. Temkinli olmalı.

-" Hadi ben gittim. Unutma yarın kuşluk vaktinde dere kıyısında."

-" Unutmam."

Cemil geldiği gibi bir anda gözden kayboluyor. Ürke sırtını duvara yaslamış, yüzünde çok mutlu bir ifade.öyle kalakalıyor bir süre. Bu kısacık konuşma bile nasıl da heyecanlı. Kuş gibi hafif hissediyor kendini, kalbindeki yükler kalkmış. Anlatılamayacak bir mutluluk.

-" Ana ne oldu sana?! Hasta mısın?"

Ürke Kemal'i birden burnunun dibinde görünce afallıyor:

-" Ne hastası?" derken aklı hâlâ dağınık.

-" Kaç kere anne dedim, duymadın. Duvara yaslanmış boş boş bakıyordun. İyi misin sen?"

Ürke toparlanıp oğlanı geçiştirmeye çalışıyor:

-" Gayet iyiyim Allaha şükür! Dalmışım biraz o kadar. Hadi gir içeri."

-" Sen gelmiyor musun?!"

-" Geliyorum tabii sokakta duracak halim yok ya!" deyip yolun sağına soluna bir kere kere daha bakıyor. Bir kez daha uzaktan da olsa görme isteği.

-" Sende yine bir şey var ya çözemedim. Dün halamla dost gibi konuşmanız, bugün bu tuhaf halin ..."

Ürke atlıyor hemen, daha fazla konuşmamalı:

-" Sus bakayım! Büyüklerin işlerine senin aklın ermez!"

Kemal, elbet anlayacağız der gibi başını sallıyor ve daha uzatmıyor, zaten yorgun. Bahçedeki tulumbaya yaklaşıyor, gömleğini çıkarıp asıyor çamaşır ipine. Çektiği bol suyla yüzünü yıkıyor. Ardından: 

-" Çok acıktım." diye ekliyor.

-" Hemen hazırlıyorum yemeği!" 

Kemal annesine garip garip bakıyor tekrar. Sanki gençleşmiş mi ne olmuş buna? Kadın keklik gibi sekerek kırıtıyor.

         Şimdi ikisi de bahçede karşılıklı oturuyorlar. Kemal açlığın etkisiyle ardı ardına kaşıklıyor yemeğini. Bir ara gözleri anasına takılıyor. Kadın kaşığını tabağın içinde gezdirip duruyor ama yediği yok. Yüzünde yine o anlam veremediği gülümseme. Bu gülümsemeyi kısa bir süre önce Aziz'in yüzünde de görmüştü, aynısı!  Oha! Annem de mi aşık?! Saf saf soruyor:

-" Anne sen birine mi gönül verdin?!"

Bir anda kadın değişiyor:

-" O ne demek o?!"

-" Yani aşık mısın?!"

-" Hösstt! O ne biçim konuşma!"

Kemal geçtiği çizgiyi fark edip susuyor. Kadın barut gibi devam ediyor:

-" Tut ki birini sevdim! Ne olmuş?! Gencim daha, size mi hesap vereceğim?!"

Ürke, hırsla yerinden kalkıyor, hatta iskemlesi yere devriliyor. Kemal ağzı bir karış açık ardından bakakalıyor. Âdeta kendi kendine konuşmaya başlıyor sonra:

-" Haydiii! Bu kadın düpedüz aşık! Ama kime?!"




SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin