Eve dönüşlerinin üzerinden geçen birkaç gün bir şeyleri azıcık unuttursa da tam anlamıyla eski düzenlerine dönemiyorler. Oğulları annesine kavuşmanın ilk anlarında sakinlediyse de ardında sık sık ağlama nöbetlerine giriyor. İştahı neredeyse yok denecek kadar. Eskiden o çok aradığı anne sütünü bile isteksizce almaya başlıyor. Hastaneye götürdüklerinde doktorlar bir neden bulamıyor bebeğin bu haline. Uzun uzadıya yaptıkları muayenelerde bir hastalık belirtisi çıkmıyor. Sonuçta bu durumu bebeğin annesinden bir süre ayrı kalmasına bağlıyorlar. Çocuğun kendince verdiği bir yokluk tepkisi olarak yorumluyorlar. Birkaç doktor ziyaretinin ardından kendileri de bu sonuca inanıyor.
İclal kendini toparlamaya çalışsa da oğlunun bu ağlama krizleri ve onu avutmaya çabaları yine kendisini ikinci planda bırakıyor. Günün büyük kısmı oğlu kucağında. Hatta küçük kızına bile vakti kalmıyor bazen. Bu ağlamalar geldiğinde bebek, kendini öyle kasıyor ki rengi kızıl ve mor arası bir tona bürünüyor, bazen ağlarken katılaşıyor. İclal böyle vakitlerde öyle korkuyor ki paniğin önünü alamadığında koşa koşa gidip Nuray'dan yardım istiyor. Nuray soğukkanlılıkla yardımcı olsa da oldukça endişeli. Bebekte anlaşılamayan bir dert olduğunun farkında lakin İclal'e bu endişesinden hiç söz etmiyor. Genç kadın zaten ayakta zor duruyor, bir de bu şüphelerle onu daha da daralmanın bir anlamı yok. O gün yine soluğu eltisinde alıyor İclal ama, bu sefer yüzündeki korku bambaşka. Alel acele eve, bebeğin yanına geliyorlar. Bebek ağlıyor ama, sesi çıkmıyor, vücudu ve yüzü kasılmaktan morarmış. Nuray hemen bebeğin kundağını açıyor tamamen, karnına, bacaklarına ve ayaklarına hafif hafif masaj yapıyor, sanki kan dolaşımını hızlandırmaya çabalıyor durmadan. Ardından kucağına alıp dik tutuyor bebeği, sırtını dairesel hareketlerle ovuyor yavaşça.
-"Çabuk ılık su hazırla, yıkayalım, ferahlasın bebe!" diyor Nuray İclal'e. İclal koşarak bir leğen getiriyor, mutfaktaki kuzinenin üzerindeki güğümü ve yanında soğuk suyu yetiştiriyor. Bebeğin önce ayaklarını suya değdiriyorlar, sonra usulca suyun içine bırakıyorlar. Nuray çocuğun kafasını avucuna koyuyor, diğer eliyle boynuna, göğsüne su serpiyor. Oğlanın rengi mordan soluk bir pembeye dönüyor, kesintisiz ağlaması aralıklı hale dönüyor.
-" Ohhh rahatladı çocuk!" diyen Nuray bebeği havluya sarıp annesine veriyor ve:
-" Karnını doyursun!" diyor.
Susan bebek annesini nazlanma nazlanma emmeye başlıyor. Nuray ter içindeki alnına yapışmış saçlarını elleriyle düzeltiyor. O sırada Aziz geliyor eve. İclal onu görünce akşam olduğunu anlıyor:
-" Bu oğlanla uğraşırken anlamadık, akşam olmuş!"
Aziz:
-" Bu bizim oğlan biraz dişli çıktı. Şuraya bak kaç kişiyi kendinle uğraştırıyor!" deyip ağır havayı dağıtmaya çabalıyor.
Nuray İclal'e dönüp:
-" Ben gideyim, gene bir şey olursa Aziz'i gönder, hemen gelirim!" diyor ve evine gidiyor.
Aziz karısının yanına oturuyor, düşünceli. İclal korka korka konuşuyor:
-" Doktorlar bir şeyi yok dedi ama, anlayamıyorum neden böyle oluyor."
-" Çocuk bu, hasta olmadan büyür mü hiç!" diyen Aziz hâlâ düşünceli. Az rahatlamanın ardından gelen sıkıntı yine kalbini daraltıyor. Her şey üst üste geldi de ondan diye avutuyor iç sesi genç adamı. İclal:
-" Uyudu. Biz de yemeğimizi yiyelim." deyip ayağa kalkmak istese de bunu başaramıyor. Daha önceden tanıştığı o karanlık birden kendini hapis alıyor. Oturduğu yere yığılıyor. Gözleri aralık, boşluğa takılı kalıyor. Aziz onun bayıldığını düşünüyor. Yakasını açıp şu serpiyor yüzüne önceden yaptığı gibi ama, İclal bir türlü kendine gelmiyor. Aziz akşam karanlığında yalın ayak fırlıyor dışarı. Evine henüz giren yengesini ve ağabeyini alıp geri dönüyor genç adam. Hepsinin üzerinde ne yapacağını bilememenin korkusu var. Aziz karısının elini tutmuş ne ettiğini bilmeden sarsıyor kendine gelsin diye. Nuray eğilip genç kadının göğsünü dinliyor, korkudan iyice açılmış gözlerle diğerlerine dönüyor:
-" Nefes almıyor...."
Aziz delirmiş gibi sarılıyor karısının ufacık bedenine, göz yaşları bu sefer akmayı reddedip bir urgan gibi boynuna dolanıyor, derken kucağında İclal ile fırlıyor yetinden dışarı. Hastaneye yetiştirmenin telaşı içinde. O an uyuyan bebek canhıraş ağlamaya başlıyor. Her şey o kadar kısa bir an içindeki oluyor ki Kemal neden sonra kardeşine yardım etmeyi akıl edebiliyor. Nuray bebeğin yanına koşuyor. Felaketlerin üst üste geldiği, sanki sabahının olmayacağı bir akşamda bağlı kalıyorlar...
Aziz ve Kemal hastaneye vardıklarında konuşamıyorlar bile. Onların bu halini gören görevliler koşup İclal'i bir sedyeye alıyorlar ve ilk müdahele için götürüyorlar. Aziz ve Kemal oldukları yerde kalıveriyorlar. Ardından kan donduran bir bekleyiş başlıyor. Hem de insan gücünün sınırını zorlayan bir bekleme. Genç bir doktor yanlarına isteksiz adımlarla yaklaşıyor.
-" Üzgünüm.... hastamızı.... kaybettik...." diyor kötü haberi vermenin iç rahatsızlığı ile. Yine bir anda gözden kayboluyor.
Aziz:
-" Ne dedi bu doktor?" derken bildiği cevabın acısı kalbine saplanıyor. O an onunla ölmek istiyor. Kemal diyecek tek laf bulamıyor, kardeşine sıkıca sarılıyor sadece, ikisi de ağlıyor, ağlıyor...
-" Ağabey ölmemiştir, bir daha baksınlar...." derken acısının isyanına kapılıyor. Karısının olduğu yere gitmek istiyor. Kemal sıkı sıkı tutuyor onu kolundan, bırakmıyor. Aziz bağırmak istiyor bu sefer, sesi çıkmıyor. Çaresizliğin son noktasında çöküyor olduğu yere, elleriyle yüzünü kapatıyor ve ağlamasına bırakıyor kendini. Kemal onun yanında çaresizce ayakta kalıyor. Bir omzundan tutuyor onu bir yandan da konuşmaya çabalıyor. Ağzından tek laf çıkmıyor. Bir görevli yanlarına geliyor ve İclal'in bu gece burada bekletileceğini ve yarın teslim edileceğini söylüyor. Aziz çöktüğü yerde hiç tepki vermeden kalıyor. Kemal, tamam anlamında başını sallayabiliyor sadece, gözleri yine dolu dolu. Bir an kardeşinin sustuğunu görüyor Kemal. Aziz yüzünü ellerinin arasından çıkarmış. Yüzünde tek bir ifade yok. Kemal:
-" Gel biraz dışarı çıkalım." dediğinde itiraz etmiyor, bir robot gibi ona uyuyor. Karanlıkta yürüyorlar bir süre. Kıyıda köşede unutulmuş, tenha bir banka oturuyorlar. Hiç konuşmadan saatlerce oturuyorlar. Gökyüzü yıldızlarla dolu pırıl pırıl. Bunca yaşam belirtisinde aldıkları haberi kabullenmek daha zor geliyor ikisine de. Sanki daha önceki gibi İclal biraz iyi olacak ve yine önceki gibi evlerine dönecekler diye düşünüyorlar. Ama alttan alta kara haber durmadan kendini hatırlatıyor. Kemal kardeşine, eve gidelim diyemez de! Çünkü onun hiçbir vakit karısını yalnız bırakmadığını biliyor da şimdi ne olacak?! Ölenle ölünmüyor ki!..
Kemal, canı yana yana bunları içinden geçirirken Aziz oturduğu yerde doğruluyor ve:
-" Ben ne yapacağım ağabey? İclal olmadan yaşayamam... bil ki şu an ben de onunla öldüm... "
Kemal konuşmak istiyor bu anda da yine diyecek bir şey bulamıyor, zorluyor kendini:
-" Çocukların var... onlar sana karının emaneti... onlar için yaşaman lazım..."
-" Nasıl ağabey nasıl yaşanır?!" deyip yüzünü hastaneye çeviriyor ve İclal'e fısıldıyor:
-" Sensizlik çok zor.... sensizlik çok zor..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)
RomanceAynı coğrafyada yaşanmış üç gerçek aşktan ikincisi.Üçlemenin ikinci kitabı.Yaşadığınızı hissettiren insanı kazanmak için neleri göze alabilirsiniz? Gençliğin ve sevdanın dayanılmaz hafifliği ve çılgınlığı.