21.BÖLÜM

1.7K 11 0
                                    

        Mehmet'in dünyaya gelişi, yeni yaşamlarına farklı tat veriyor. Geleceğe daha bir umutla bakıyorlar. Her gün erkenden başlayıp akşam karanlığına dek çalışıyorlar. Araziden ilk ürünü almak üzereler. Bu bolluk demek, daha rahat yaşamaları demek. Nuray'dan bir iki hafta sonra İclal de bebeğini kucağına alıyor. Tatlı mı tatlı bir kızı oluyor. Aziz mutluluktan kabına sığamıyor. Kızına İkbal adını veriyor. Yarınların güzel olacağına inanıyorlar.

        Zaman akmaya devam ediyor. Mehmet ile İkbal neredeyse bir yaşına geliyor. Kendi masallarında mutlu yaşıyorlar ama, her mutluluk gibi bu da bir anda bitiyor. Aziz o günü hiç unutamıyor. Kapkara bir felaket günü. Bahçede çapa yaparken Kemal'i sesini duyuyor:

-" Aziiiiz! Aziiiz! Nerdesin?"

Aziz çapa yaptığı yerden doğrulunca onu görüyor:

-" Burdayım ağabey! Burdayım!

Kemal koşa koşa yanına geliyor:

-" Bırak çapayı! Çabuk bahçede ne varsa topla, yarın şehre gidip satabildiğimizi satalım!"

-" Ne bu telaş?"

-" Olanlar oldu! Söylentiler gerçek oldu! Bulgar hepimizim malına el koyuyor!"

Aziz olduğu yere yığılır gibi bırakıyor kendini, bir yandan da sayıklar gibi:

-" Ne etcez biz şimdi..." diye aynı cümleyi tekrarlıyor.

-" Kalk len! Toparlan!  Güçlü olmalıyız!"

-" Nasıl?"

-" Bize para lazım. Dediğim gibi  yarın şehire gidiyoruz, ne kadar satış yaparsak kâr, öbür gün bir tren kalkacakmış Türkiye'ye. Onunla gidelim buralardan."

-" Bunlar ne olacak?" diye evlerini, bahçelerini gösteriyor.

-" Her şeyi olduğu gibi bırakacağız, başka çare yok! Ha sen adını Georgi diye değiştirip hristiyan olmayı kabul edersen kal."

-" Susss! Ecdadımızın kemiklerini sızlatma! Olmaz öyle şey!"

-" Tamam o zaman. Ben eve gideyim haber vereyim hanımlara. Yükte hafif pahada ağır, karınca kararınca eşyaları toplasınlar. Sonra dönerim buraya. Sen domatesleri, biberleri toplamaya başla. Şu karşıdaki sepetlere doldur, hemen gelirim ben."

Aziz ardından bakakalıyor Kemal'in. Aniden gökten bir bomba düşmüş  ve her şeyi yok etmişti. Bir süre sonra sersemliğinden sıyrılıp ağabeyinin dediği gibi bsşlıyor ürünleri toplamaya. Durmadan dua ediyor:" Allah'ım bize yardım et!"

      O akşam İclal ve Nuray eşyaları toplarken Kemal ile Aziz bahçelerinde olgunlaşan ne varsa topluyorlar. Günün ilk ışıkları belirdiğinde sepetleri ve küfeleri at arabasına yükleyip şehrin yolunu tutuyorlar.

      Şehir pazarına vardıklarında orada da kendi telâşlarını görüyorlar. Herkes bir yerlere koşup duruyor.Kemal ve Aziz yüklerini indirip müşteri bekliyor bir süre. Bin dokuz yüz elli yılının yaz sonu bir gün. Kemal:

-" Sen kal burada, ben gidip şu trene bir bakayım, bilet alayım. Kaç para var cebinde?"

Aziz cebinden buruş buruş olmuş birkaç leva çıkarıp veriyor ağabeyine.

-" Bu kadar var bende."

Kemal gülümseyerek kardeşinin sırtını sıvazlıyor:

-" Allah yardımcımız olsu! Hadi pazar ola!" deyip ayrılıyor kardeşinin yanından.

        Aziz bulduğu bir kasanın üzerine oturup başlıyor beklemeye. Aklında bin bir düşünce:" Nasıl gidecekler?, İclal ve kızı bu yolculuğa dayanabilecek mi? Türkiye'ye vardıklarında ne olacak?" Bu arada vakit ilerledikçe pazar kalabalıklaşıyor. Üç beş satış başlıyor.

        Bu arada Kemal tren istasyonuna varıyor. Ortalık ana baba günü. Sorup soruşturuyor yarınki treni. Dört bilet elli leva yapıyor. Cebindeki tüm parayı biletlere verirken içinden:" Allah vere de Aziz bir şeyler satmış olsun!" diye geçiriyor içinden. Aceleyle dönüyor kardeşinin yanına:

-" Aldım biletleri, bütün paramız gitti. Sen bir şeyler satabildin mi?"

Aziz önündeki üç levhayı göstererek cevaplıyor onu.

-" Umudunu kaybetme koçum! Akşama daha çok var! Allah garip kulunun rızkını verir elbet!"

-" Yarın mı gidiyoruz ağabey"

-" Evet, yarın öğleden sonra dörtte hareket edeceğiz." deyip de kardeşine baktığında onun gözlerinin dolu dolu olduğunu görüyor.

-" Zor günlerimiz olacak, her şeye sıfırdan başlayacağız ama, beraberiz ve şükür sağlığımız yerinde." gibi cümlelerle Aziz'i  teselli etmeye çalışsa da içi kan ağlıyor.

        Kasabaya akşamın geç saatlerinde dönüyorlar. Umdukları gibi olmasa da üç beş kazanmışlar. İclal onları kapıda karşılıyor:

-" Nerde kaldınız? Çok merak ettik sizi!"

Aziz tatsız bir sesle:

-" Anca gelebildik işte!"

İclal üstelemiyor. Hepsinin canı burnunda zaten. Arabayı boşaltmak için işe kalkışınca Kemal:

-" Bırak öyle kalsın! Nasıl olsa yarın hepsini bırakıp gideceğiz. Sadece atı ahıra aldık mı tamam."

İclal ve Aziz üzüntüyle susuyorlar. Kemal atı ahıra götürüyor, diğerleri de evlerine doğru yürüyor. 

       Aziz ufak salonda İkbal'i görüyor. İlk adımlarını atmaya başlayan çocuk babasını görünce seviniyor. Oturduğu yerden ayağa kalkmaya uğraşıyor. Aziz bir çırpıda onu kucağına alıyor ve sarılıyor ona. Gözleri yine dolu dolu.

-" Aziz nasıl olacak bu iş? Nasıl her şeyi bırakıp gideceğiz?"

Aziz karısının yüzüne uzun uzun baktıktan sonra:

-" Yarın gidiyoruz, ağabeyim biletleri aldı. Gitmekten başka çaremiz yok!"

       O gece sabahı düşüne düşüne, uykusuz ettiler. Her biri içlerinden paramparça. Bir dönem sona eriyor, önlerinde yeni bir hayat. Ama ne olacağını bilemedikleri, sorularla dolu bir yaşam...





SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin