Ufak tefek gerginlikler ve büyük yorgunluklarla geçiyor günler. Birkaç güne ilk ürünleri çıkacak havuzlardan. Kamal ve Aziz canla başla çalışıyor. O gün Kemal haldeki tezgahlarında. Zeytinleri dizecekleri stantları taktıracak yerlerine. Aziz birkaç işçiyle imalathanedeki zeytinlerle uğraşıyor. Belli aralıklarla suyu değiştirilen zeytinlerin acı tadı gitmiş. Parça parça havuzlardan alınıp yağlanıyorlar. Sonra bunlar yarım ve birer kiloluk paketlere giriyor. En sonunda da ağızları kapatılacak. Bir kısmı da kasada gidecek tezgaha. Alan, tadına bakabilmeli. Aziz ağabeyinin yüzünü kara çıkarmayacağından emin çalışıyor durmadan. Havuzdan çıkan zeytinleri kasa kasa işçilerle bir olmuş taşıyor. Bedeninin her yerinden ter akıyor. Daha devam edecekti ki yengesinin tepside yemek getirdiğini fark edip duruyor. İşçilerin içine girmesin diye koşup karşılıyor onu. Büyük tepsiyi elinden alıyor, Nuray geri dönüyor. Sağ olsun, İclal pek iyi hissetmediği için bu işlere Nuray bakıyor. Onun da hakkını ödeyemezler. En kötü anlarında ağabeyiyle hep yanlarındaydılar.
Aziz büyük tepsiyi boş bir kasanın üzerine yerleştiriyor.
-" Hadin çocuklar gelin! Yemek vakti! diye bağırıyor. İşçiler ellerini yıkayıp çöküyorlar tepsinin başına. Bulgur pilavı, turşu ve ayran afiyetle yenmeye başlıyor. Aziz tam bir iki yudum yemişti ki bir çığlıkla donup kalıyor yerinde. Bu kadın çığlığı devam edince fırlayıp koşuyor eve. İkbal kapıda korkudan ağlıyor. İçeri girince karısını salonun ortasında buluyor. Kadın çektiği sancının acısıyla hem bağırıyor hem kıvranıyor. Aziz kısa süreli bir paniğin ardından tekrar geldiği yöne koşuyor, bir yandan da bağırıyor avazı çıktığı kadar:
-" Yenge koşşş! Yardım et!"
Bu bağrışları duyup gelen Nuray şaşkın. Onu görünce Aziz devam ediyor:
-" İclal doğuruyor galiba, çabuk yetişşş!" Kadını kolundan tutmuş, neredeyse sürükleyecek.
-" Dur hele aklımı karıştırma! Bir ebe bulmalı! Sen git karının yanına, ben komşulardan öğreneyim ebe var mı! Koş, git karının yanına! Yalnız bırakma!"
Aziz ikinciye eve doğru koşturuyor. Anası yine bahçe duvarında:
-" Noluyo len?! Karın mı doğuruyor?" diyor alaycı ve kötü niyetli bir sesle. Aziz cevap bile vermeden giriyor kapıdan içeri. İclal'i kucaklayıp sedire yatırıyor:
-" Sık dişini! Haber ettim yengeme, şimdi gelirler! derken İclal ağrının şiddetinden konuşamıyor bile. Yüzü, boynu hep ter içinde. Saçları terden yapış yapış yüzünde. İclal bağırıp kıvrandıkça Aziz de kendini kötü hissetmeye başlıyor. Önceki doğumda dışarıda beklediği için görmemişti bu sancının nasıl olduğunu. Midesine bir bulantı, başına bir ağrı yerleşiyor. Sanki kendi doğuracak gibi hissediyor. Ne yapacağını bilemediğinden de arada tuhaf tuhaf şeyler söylüyor:
-" Yastık koyayım mı ayağının altına?! Kolonya süreyim mi yüzüne?! Karnın aç mı?" gibisinden. Bir karısının yanına oturup onun elini tutuyor bir kalkıp salonda dört dönüyor.
-" Nerde kaldı şu yengem de! Çabuk olsana kadın!"
Hâlâ görünürde kimse yok. Aradan geçen beş on dakika adama saatler gibi geliyor. Dönüp duruyor ortada. İkbal daha bir korkmuş, ağlamaya devam ediyor. Aziz kızını kucağına alıyor:
-" Ağlama babam! Geçecek!"
-" Annem ölecek mi baba?"
-" Ağzından yel alsın kız! Allah geçinden versin! Sadece biraz hasta, sana bir kardeş verecek ondan hasta."
-" Annem iyi olsun, ben kardeş istemiyorum baba."
Adam kıza laf anlatmaya çalışmaktan vazgeçiyor. Bahçeye fırlayıp gelen giden var mı diye bakınıyor. Yok, yine kimse yok! Anası hâlâ duvarın dibinde, kendisine sinsi sinsi bakıyor. Tam ağzını açıp ona birkaç laf edecekti ki karşısında yengesi ile yaşlıca bir kadını gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)
RomanceAynı coğrafyada yaşanmış üç gerçek aşktan ikincisi.Üçlemenin ikinci kitabı.Yaşadığınızı hissettiren insanı kazanmak için neleri göze alabilirsiniz? Gençliğin ve sevdanın dayanılmaz hafifliği ve çılgınlığı.