27.BÖLÜM

1.6K 12 0
                                    

         İclal, küçük penceren bahçeye bakıyor dalgın dalgın. Son zamanlarda kendine ne oluyor anlayamıyor. Sanki görünmez bir el tüm gücünü çekip almış. Hamilelikten dese, kızını beklerken böyle değildi. Bu sefer sanki yolunda gitmeyen bir şeyler var. Sürekli bitkin hissediyor kendini. Ara ara elleri, ayakları şişiyor. Bazı sabahlar uyandığında gözlerinin altı mor. Bunların tabii çoğunu Aziz'e belli etmiyor. İçini basan sıkıntılar, o daralma duygusu canına yetiyor bazı vakitler. Eskiler, her çocuk aynı olmaz, derdi. Belki de bu belirtiler o yüzden. Ya da sürekli dünya değiştirmesinin hareketliliği. Amcası ölünce halanın yanına gelişi, Aziz ile kaçıp evlenmeleri, şimdi de bambaşka bir yerde yaşamaları. Bunların hepsi farklı farklı dünyalar. Daldığı ağır bir rüyadan uyanır gibi birden kızını hatırlıyor. Etrafına bakınıyor, salonda göremiyor. Salonun kapısı açık. Bahçeye çıkıyor. Küçük ikbal, bahçede otların arasında. Parmağında yürüyen uç uç  böceğine bakıyor tüm dikkatiyle. Annesini görünce elini ona doğru uzatıyor böceği göstermek için. Bir yandan da:

-" Anne bak!" diye bağırıyor. O sırada böcek uçup gidiveriyor. Ufaklık başlıyor ağlamaya. İclal, hemen onun yanına koşup onu kucağına alıyor.

-" Ağlama annem, gene gelir."

-" Gelmez! Aaaaaa! Gelmez!" İkbal, hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Kadın, onun öğle uykusu saatinin geldiğini anlıyor. Vakti geçerse, böyle huysuz oluyor.

-" Gel annem, sana mama yedireyim, azıcık da uyu, kalkınca beraber arayıp buluruz böceği."

-" O böcek değil, benim arkadaşım!" diye düzeltiyor çocuk annesinin lafını.

-" Tamam! Biz de arkadaşını arayıp buluruz. Ama önce yemek sonra biraz uyku."

-" Önce arkadaşımı bulsak olmaz mı?"

-" Olmaz! Belki o da annesinin yanına gitmiştir."

-" Olabilir. Sonra gelir ama değil mı?!"

-" Gelir tabii, arkadaşın ya!" Çocuk bu sözler üzerine avunuyor.

-" Tamam! Zaten acıktım ben."

-" Sen ne uyuşuk şeysin! Daha şimdi mi yemek yedireceksin çocuğa?!"

İclal, kendini azarlayan bu sözleri duyunca Ürke'yi görüyor bahçe duvarının ardında. Önce ne diyeceğini bilemiyor. Ardından sanki suçlu gibi:

-" Daha yeni öğlen saati geldi anne." gibisinden bir şeyler demeye kalksa da Ürke lafı ağzına tıkıyor:

-" Çok biliyorsun sen! Sen bu çocuğa doğru dürüst bakamazken bir de ikinciye hazırlanıyorsun. Yaşamaz o çocuk!"

-" Tövbe tövbe! O nasıl söz öyle?!"

-" Gerçekler hoşuna gitmiyor değil mi?! Mıymıntı sen de! Dediydim ben vaktinde oğluma! Evlenme şununla diye! Dinleyen kim?! Senden karı mı olur?!"

İclal bu laf bombardımanından kurtulmak için hızla eve giriyor, kapıyı kapatıyor ardından. Dediklerini duymak istemese de Ürke'nin avaz avaz bağırarak söylediklerini duymamak mümkün değil.

-" Hastalıklı, uyuz! Öyle ananın böyle kızı olur tabii! Soysuz!"

İclal, olduğu yere çökerek ağlamaya başlıyor. Üzerindeki sıkıntıya bir de bu laflar eklenince daha kötü hissediyor. İkbal ona sarılıyor ve o da ağlamaya başlıyor, bir yandan da:

-" Anne ağlama.." diyor arada. İclal çocuğun bu halini görünce toparlanmaya çalışıyor. Ürke bir süre daha söylendikten sonra susuyor. Kadın çocuğunu göğsüne bastırıp bir zaman öyle kalıyor. Sesler kesildikten sonra kalkıp mutfağa geçiyor. Küçük kızı yanında. Ufak bir tabağa pilav ile kuru fasulye koyuyor. Sonra çocuğun elinden tutup salona dönüyor. İkbal'i sedire, yanına oturtup kaşık kaşık beslemeye koyuluyor. Çocuk, yaşından çok fazla bir anlayışla uslu uslu yemeğini yiyiyor. Annesini daha fazla üzmek istemiyor, hatta arkadaşı bile aklından çıkıveriyor o an. 

SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin