Günler ağır ağır, bin bir düşünce ile geçiyor. Bir haftanın sonunda şehre girebiliyorlar. Neredeyse yıkılacak bir ev kiralıyorlar çünkü ancak böyle bir yere güçleri yetiyor. Aziz ve Kemal inşaatlarda çalışıyor bir süre. Sonra Bursa'nın ne kadar güzel, ne kadar geldikleri yere benzediğini duyuyorlar. Oraya gitmeyi akıllarına koyuyorlar. Tabii bir süre bulundukları yerde kalıp çalıştıktan sonra. Aynı evde iki aile bir süre beraber yaşıyor. Güçleri ne kadarsa o kadar yiyip ayakta kalmaya çalışıyorlar. Bazı günler sıcak bir tas yemekleri bile olmuyor ama, geleceği düşünerek mutlular. Günlerden bir gün devletin belirlediği şehirlerde iskan edileceklerini öğreniyorlar. İlgili kuruma gidip başvuruyorlar. Tercihleri kafalarında düşünü kurdukları yer. Bu arada çalışmaya devam ediyorlar.
Yaklaşık birkaç ayın sonunda Bursaya gidiyorlar. Devletin kendileri gibi göçmenler için yaptırdığı evlerin kurası yapılıyor. Ağabey kardeş, önlü arkalı bitişik iki eve sahip oluyorlar. Gerçi evler tam tekmil değil ama olsun. Barınacakları, hem de kira vermeden başlarını sokacakları birer evleri var artık. Allah'a binlerce kere şükrediyorlar. Eksik gedik zamanla olur gider, yeter ki canları sağ olsun. Aynı gün evlerine yerleşiyorlar. Birkaç parça eşyanın yerleştirmesinden ne olur?! Geniş bahçeli, kagir evler bunlar. İki farklı tipte yapılmış. Bir kısmı iki oda bir salon yer evi, öteki kısmı altı bodrum tarzı iki katlı evler. Aziz ile Kemal'e kurada denk gelen birinci türden evler oluyor. Yer evlerinin bahçesi daha büyük. Önce neden diğeri çıkmadı diye biraz üzülseler de geniş bahçelerini iş yeri olarak kullanabileceklerini akıl edince seviniyorlar. Her şeyde bir hayır var. Lakin birinin hayrını henüz anlamış değiller. Annelerinin evi, Azizin bitişiği. Nasıl da denk gelmişti koskoca iki sokaklı mahallede?! Oysa ikisinin ce niyeti bir daha annelerini görmemekti. Hatta bu yüzden Edirnedeki teyzelerine bile uğramamışlardı karşılaşmayalım diye. Keçinin sevmediği ot burnunda bitermiş!
Böyle tuhaf tesadüfler ile evlerine yerleşiyorlar. Ürke arada alçak bahçe duvarından oğullarına sataşıyor:
-" Talihe bakın hele! Yine dip dibeyiz! Allah denk getiriyor işte!"
Aziz her seferinde duymazdan geliyor anasını. Bir süre sonra kendileriyle uğraşmaktan bıkar diye düşünüyor. Onunla zaman kaybedemezdi. İkinci çocuğu yoldaydı, bir iki ay sonra dünyaya geleceği için daha çok çalışmalı. Ağabeyi ile geldikleri bu yeni ve güzel yerin imkanlarını araştırıyorlar bir süre. Zeytincilikte karar kılıyorlar. Önce bahçeye gerekli işletme yapılacak sonra üreticilerle anlaşılıp zeytin alınacak. Bu zeytinler evlerinin bahçesindeki imalathanede işlendikten sonra tezgahta satılacak. Kafalarındaki bu plan üzerine önce ön incelemeleri yapıyorlar. Edindikleri yeni dostlar sayesinde birkaç zeytin yetiştiricisi ile anlaşıyorlar bile. Ardından evlerinin arkadaki büyük bahçesine bu zeytinlerin işleneceği devasa( bir tonluk) havuzların inşaatına başlanıyor. Bunları yapabilmek için düğünde takılan ziynet eşyalarını bozduruyorlar.
Geleceği yeniden kurmanın tatlı telaşı ve yorgunluğu içindeler. Aziz o gün akşam karanlığında eve girince bir gariplik olduğunu fark ediyor. Küçük kızı bahçede oynuyor sakin sakin ama, karısı çocuğu bu saatte bir başına bırakmaz ki!..
-" İclal!" diye sesleniyor önce, cevap gelmiyor. Bir telaş düşüyor kalbine:
-" İclaaaal! İclaaal!" daha yüksek bir sesle bağırıyor bu sefer ama, aynı anda koşarak evin aralık duran kapısından içeri giriyor. İclal salonun orta yerinde baygın yatıyor. Kucağına alıp derme çatma yapılmış sedire yatırıyor. Kadının yüzünde renk kalmamış, bembeyaz. Bir an öldüğünü düşünüyor. Kulağını göğsüne yaslayınca kadının hafiften aldığı nefesleri duyuyor ama telaşı geçmiyor. Mutfaktan aldığı bir bardak sudan hafifçe karısının yüzüne su serpiyor. Kadında hiçbir kıpırtı yok. Büyük bir korkuya kapılıyor:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENSİZLİK ÇOK ZOR (2)
RomanceAynı coğrafyada yaşanmış üç gerçek aşktan ikincisi.Üçlemenin ikinci kitabı.Yaşadığınızı hissettiren insanı kazanmak için neleri göze alabilirsiniz? Gençliğin ve sevdanın dayanılmaz hafifliği ve çılgınlığı.