Aklımızda birçok soru ve sorun ile gökyüzünde süzülüyorduk. Çok yorulmuştum. Hem zihnen hem bedenen.
Birkaç ay önce bir anda dünyam değişmiş ve hayatım altüst olmuştu. Ben daha hayatımı yeniden düzene sokamadan tekrar dağılmıştı. Şu an tek bildiğim kaçmamız gerektiğiydi. Druidlerden, onların gerçeklerinden ve bilinmezden... Kaçmalı ve kendi gerçeğimizi bulmalıydık. Durup mola veremezdik. Her saniyenin önemi vardı. En ufak gecikme bizi bulabilmek için daha fazla yaklaşmalırına neden olurdu.
"Artık aşağı inmeliyiz. Hava karardı ve sende çok yorgunsun." dedi Tyler.
"Tamam," dedim. Enerjim o kadar tükenmişti ki itiraz edecek halde değildim. Hava bizi yere indirdiğimde derin bir nefes alıp memnuniyetle gitmesine izin verdim. Bir kaç saniye gözümü kapatıp derin nefesler almaya devam ettim. Gözümü açtığımda "Tekrar yönümüzü kontrol eder misin?" dedim.
"Çok yorgunsun, daha fazla hareket edemezsin." dedi Tyler.
"Sorun yok. İlerleyebilirim. Sen yönümüze bak." dedim.
Bir süre bakıştıktan sonra Tyler pes etti ve çantayı sırtından indirdi. İçindeki kağıt şeridi çıkardı. Şerit dümdüz önümüzde süzülüp ilerlemeye başladı. Tyler şerit parçayı uzaklaşmadan havada yakaladı ve tekrar çantanın içine koyup kapattı. "Doğru yöndeyiz. Düz devam etmeliyiz." dedi.
"Tamam o halde, düz devam ediyoruz." dedim. Tyler çantayı sırtına attı ve yürümeye başladık. Tam birkaç adım atmıştık ki ayağım bir ağaç köküne takıldı ve dengem bozuldu. Normal şartlarda beni çok etkileyecek kadar büyük bir engel değildi. Ama yorgunluğun verdiği etkiyle yere kapaklanmak üzereydim. Yerle aramızda çok az bir mesafe kalmışken Tyler beni havada yakaladı ve düşmemi engelledi.
Tekrar doğrulduğumda, "Şuan ağaçların arasında güvendeyiz. Sen biraz enerji çekme şeyini yap bende etrafa bakınırım. Sonrada yola koyuluruz." dedi. Bu sefer itiraz etmemiştim. Çok yorgundum ve bu şekilde uzun süre yürüyemezdim. Başımla onayladım.
Bir ağaca yanaştım ve ağaca sırtımı dayayarak yere oturdum. Sadece oturmak bile iyi gelmişti. Tyler sırt çantasını yere bıraktı. Kılıcımı aldı ve ilerlemeye başladı. İlerleyen zamanda onunla bu konuyu konuşamamız gerekecekti. Tyler uzaklaşınca bende gözlerimi kapattım. Ellerimi toprağın üzerine koydum ve odaklanmaya çalıştım. Ellerimin altında şefkatli bir enerjinin varlığını hissediyordum. Bana güç vermiyordu ama orada varlığı hissediliyordu. Ardından görüntüler gelmeye başladı. Orman canlı bir şekilde parlıyordu. Her yerde kuşlar, çiçekler ve bir çok hayvan vardı. Ardından içlerinden bir geyik yere düştü. Geriye kalan tüm hayvanlar kaçmaya başladı. Yerdeki geyiğin yan tarafında bir mızrak vardı. Dişi geyik kesik kesik nefesler alırken acısını hissetmeye başladım. Hissettiği acı fizikselden ziyade ruhani idi. Geyiğin gözlerinden görüyordum artık. Mızrağın acısını düşünmüyordu, çalıların arasından ona bakan yavruyu düşünüyordu. Yavru gelmek istiyordu ama yaralı geyik uzak durmasını söylüyordu. Elinde mızraklar ve bıçaklar olan insanlar yaklaştı. Geyiğin tek isteği yavrusunu fark etmemeleriydi. Ama biri fark etti ve yavrunun boğazını kesti. Dişi geyiğin acısı öylesine büyüktü ki kalbi acıdan parçalanacak sandım. Ama kalbi parçalanmadan boğazı kesildi. Başı yere düştüğünde benimde gözlerim açıldı.
Kalbim sızlıyordu. O acıyı hissetmiş adeta yaşamıştım. Evet enerjim yerine gelmişti ama çok acı çekiyordum. Tyler'a bakınmaya başladım ama ortalarda görünmüyordu.
Ayağa kalktım ve yerden çantayı aldım. Tyler'ın gözden çıkardığı, gizli odadan aldığımız diğer kılıcı elime aldım. Sırtımda oklarım ve yayım duruyordu ama bu kadar ağacın arasında işe yaramazlardı. Sessizce ilerlemeye başladım. Tyler'ın gittiği yöne gidiyordum. İçimde kötü bir his vardı ve bunun az önceki içime çektiğim acıyla alakası yoktu. Sessizce ağaçların arasında ilerliyordum. Güneş artık tamamen yok olmuştu. Yolumu bulutların arasından zar zor görünen yıldızlar aydınlatıyordu. Bu karanlıkta nasıl oluyor da hala görebiliyordum gerçekten şaşırtıcıydı. Tyler'ı hala görememiştim. Yanlış kişilerin duyma ihtimaline karşı seslenemiyordum.
Böcek ve gece hayvanlarının sesleri dışında ses olmayan ormanda bazı farklı sesler gelmişti kulağıma. Daha da sessiz olmaya çabalayarak ilerledim. Sesler artık daha anlaşılabilirdi. Bunlar insan sesleriydi. Henüz ne konuştuklarını anlayamasam da aralarında bir sohbet döndüğü belliydi. Ağır adımlarla sesin geldiği yöne ilerledim. Ellerinde fenerlerle ayakta duran ve aralarında konuşan iki kişi vardı. Yok, hayır, üç. Üçüncü kişi havada süzülüyordu. Tyler! Hafif bir yeşil ışıkla çevrelenmiş şekilde havada süzülen Tylerdı. Bir an çığlık atacak gibi oldum ama ağzımı ellerimle kapatıp sessiz kalmayı başarabildim. Tyler baygın bir halde boydu aşağı sarkar şekilde havada süzülürken soluk yüzlü iki adamda aralarında tartışıyorlardı.
Elinde Kılıcımı tutatan iri yarı adam, "Bence beklemeliyiz. Eğer buralardaysa sevgilisini kurtarmaya gelecektir." diyordu.
Eldivenli elinde yeşil renkli parlayan bir taş tutan diğeri ise "Yada kaçıp gider ve biz de elimizden kaçırırız. Sonra patron bizi Chimaira yemi yapar." dedi.
"O zaman bu yarım kanı ne yapacağız?" dedi elinde kılıç olan.
"Yanımızda götürmekten başka çare yok." diye cevapladı yeşil taşı tutan.
"Hem bizi yavaşlatır hemde etrafta çok ağaç var onu nasıl aralarından geçireceğiz. Bence burada bırakalım. Kız bir ihtimal gelecek dahi olsa taşa dokunamaz. Eğer bunun gibi salak ise uğraşmamız bile gerekmez." dedi kılıçlı olan ve o boğuk sesi ile iğrenç bir kahkaha patlattı.
"Tamam o zaman ama çok uzaklaşmayalım. Yanlarında başka birileri varsa onları kurtaracaktır." dedi taşı tutan ve elindeki taşı yere bıraktı.
Onlar bizi mi arıyorlardı ama Druidlere benzemiyorlardı. Onlarda kötü ve acımasız bir enerji seziyordum. Benim olduğum yöne doğru ilerlemeye başladıkların için Karanlık Enerjiyi, Tyler benim her görünmez olduğumda çağırdığım enerjiye böyle sesleniyordu daha havalı oluyormuş, çağırdım. Karanlık Enerji etrafımı sardığı sırada onlar saklandığım ağacın önünden geçiyorlardı. Kılıcımı hala elinde tutan adam bir anda durdu. "Kokuyu aldın mı?" diye sordu.
"Ne kokusu?" diye sordu diğeri.
"Burnuna ne oldu senin? Kan kokusu geliyordu. Yarım kan kokusu." dedi kılıçlı.
"Bizim havada süzülen salaktır. Hadi hemen gidip gelelim." dedi diğeri ve yürümeye başladı. diğeri de ona katılınca bir anda çok hızlı bir şekilde koşmaya başladılar. Nasıl bu kadar hızlı olabiliyorlardı?
Onların uzaklaştığından emin olunca Tyler'ın yanına koştum. Baygın bir şekilde süzülüyordu. Ama işin tuhaf yanı enerji çekeli yani olmuştu ama kendimi bir anda halsiz hissetmeye başlamıştım. Sanki tüm enerjim bir anda çekilmişti. Aynı zamanda tüylerimi diken diken eden elektrik enerjisine benzer bir hava vardı etrafta. İç güdüsel olarak arkamı döndüm ve yere baktım. Yeşil taştan bir tür manyetik enerji yayılıyordu ve çevreyi sarıyordu. Ona yaklaştım. Elim ileri doğru gidiyordu. O adam ne demişti, dokunamazdım yoksa işleri kolay olurdu. Evet dokunmamam gerektiğini tüm iç sesim haykırıyordu ama elim benden habersiz ileri uzanmıştı ve dokunmak istiyordu.
.....Devam Edecek.....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Druid Akademisi
FantasySirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici sirkin yolu Amerika'ya düşer. Buria her zaman ki gibi broşür dağıtırken garip bir adama rastlar. Adam önce kızın içini görmek istercesine sü...