Kendime gelmeye başlıyordum. Henüz gözlerimi açacak gücüm olmasada çevremdeki sesler kulağıma gelmeye başlamıştı. Henüz ne dediklerini düşünemeyecek kadar kötü hissediyordum, bu yüzden konuşanlara aldırmak yerine başımdan geçenleri hatırlamaya çalıştım. Ne olmuştu bana?
Cennetten bir bahçe hatırlıyorum... Austin'nin Güçlerini kontrol ederkenki muhteşem görüntüyü... Sonra acı... Büyük bir acı... Dayanılmaz... Korkunç... Bitmek bilmeyen... Sonra derimdeki siyah kabarıklık.... Ve gerisi karanlık... Anlaşılan acıya dayanamayarak bayılmışım.
Konuşanların kim olduklarına ve ne hakkında konuştuklarını bulmak için odak noktamı onlara doğrulttum. Ama sesler bana çok uzaktan geliyorlardı ve başımda yankılanıyorlardı. "...seni uyarmıştım! O kızdan uzak durmanı söylemiştim!" diye bağıran Luke'un tanıdık sesini duydum.
Onun burada ne işi vardı?! Ne zaman gelmişti buraya?! Acaba ben bayılınca mı gelmişti? Asıl soru ben şuan neredeyim? Hala o cennetten bir parçaymış gibi duran açıklıkta mıyım? Ahh, hatırladım... Bayılmadan önce Luke'u görmüştüm, bizim olduğumuz yere doğru koşuyordu.
Ne konuştuklarına olan merakım oldukça artmıştı. Onlar benim ayılmaya başladığımı fark etmeden ben ne kadar dinlersem o kadar iyi.
Luke'un sesi, "Seni son kez uyarıyorum, o kızdan uzak duracaksın! İkinizi bir arada görürsem Konsey'e şikayet ederim. İkinizi birden!" dedi sinirle.
"Bunu yapamazsın! Buna izin vermem!" diye bağırarak cevapladı Austin.
"Senden izin isteyen yok. Bunun yasak olduğunu sen de biliyorsun. O senin öğrencin," dedi Luke daha sakin bir sesle.
"Evet, öğrencim ama sadece bu yıl. Gelecek yıl..." dedi Austin, cümleyi tamamlamayarak.
"Gelecek yıl senin yüzüne bile bakmayacak sıradan bir savaşçı olacak." diyerek tamamladı sert ve net bir sesle Austin'nin sözünü Luke.
"Nereden biliyorsun? Bence şimdiden bana aş..." Austin'nin cümlesi etin ete deyen tok sesiyle yarıda kesildi. Bu sesi benzer sesler devam etmişti.
Boğuşma seslerinin arasından "Yanılıyorsun, bu o' na benzemiyor. Senin yapacaklarına..." diyen kesik cümlesini duydum Luke'un. Galiba yere düşen bedenin cümlesinin kesilmesiyle ilgisi vardı.
Daha fazla beklememeye karar vererek gözlerimi açtım. Beyazın ağırlıklı olduğu bir odadaydım. Odada bir dolap iki yatak ve bir çalışma masası vardı. Burası galiba revir. Oturur pozisyona geldiğim an buna pişman oldum. Başım feci şekilde dönüyordu. Fakat dışarıdaki boğuşmaya bir an önce son vermezsem biri ciddi anlamda yaralanacaktı, aslına bakarsanız umurumda değil ama yine de yardım etmeliyim.
Büyük bir çaba sonucu ayaklarımın üstüne konmayı başardım ama içimden bir ses uzun kalamayacağımı söylüyordu. Yatağın kenarına tutunarak kapıya yöneldim. Yatağımın kapının hemen önünde olması konusunda oldukça şanslıyım.
Kapıyı açtığımda ikiside fark etmedi, "Beyler..." diyerek seslendim ama duymadılar, aslında haklılar çünkü fısıltıdan farksız çıkmıştı. Hafifçe öksürerek sesimin birazda olsa yerine gelmesini sağladıktan sonra tekrar denedim, "Beyler, belki aranızda ilgilenen vardır diye söylüyorum, hasta uyandı." dedim sakince.
Sözlerim üzerine ikisi de aynı anda kavgayı bırakıp bana döndü.
"Ee, nasılsınız?" dedim imalı bir tonda.
İkisi de bir süre şok yaşadıktan sonra Austin hızla yanıma geldi. "Neden ayağa kalktın?!" dedi ve hızla beni hiç ağırlığım yokmuşcasına bir bebek misali kucağına aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Druid Akademisi
FantasíaSirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici sirkin yolu Amerika'ya düşer. Buria her zaman ki gibi broşür dağıtırken garip bir adama rastlar. Adam önce kızın içini görmek istercesine sü...