Tam Tyler'ın kucağından kalkıyordumki Tyler'ın kollarını etrafıma sararak beni engelledi.
"Tyler, istersen beni bırak da ayağı kalkayım." dedim yarı sinirli, yarı mahçup bir tavırla.
"Imm, yok istemiyorum kalkmanı. Bu şekilde gayet iyisin," dedi tatlı bir gülümsemeyle.
"'İstersen' derken gerçekten senin kararına bırakmadım. Hadi bırak beni." dedim bu sefer gerçekten sinirleniyordum.
"Neden elimdeki bu güzelliği bırakayım ki." dedi soru olmaktan uzak bir ifade ile.
Sonra ben daha ne olduğunu anlayamadan döndü ve konumlarımız yer değiştirdi, yani ben altta o üstte.
Sinirden patlamak üzereydim. "Oyun oynamayı kes ve üstümden ka-" diye bağırıyordum ki sözümü kesti, öperek.
Tyler'ı itelemeye çalıştım ama sonuç alamadım. Bu sefer gerçekten köşeye sıkışmıştım. Yardım istemek için bağırma gibi bir imkanım yoktu. Rorry'e o kadar ihtiyacım vardı ki. Acaba şimdi nerdeydi? Her zaman ihtiyaç duyduğumda yanımda olmuştu ama şimdi tamamen yanlızdım. En iyi fikir işi kendi başıma halletmek. Ama nasıl?
Tyler üstümdeki beyaz buluzun düğmelerini çözmeye başlamıştı.
Durum değerlendirmesi yapacak olursak kurtulmak için ilk yapmam gereken öpüşünden kurtulmak. Sonra ise... sonrasını sonra düşünürüm. Şimdi asıl mesele onu kendimden nasıl ayıracağımdı.
Ben bunları düşünürken buluzumun tüm düğmeleri açılmıştı. Ve birden aklıma geldi.
Onun öpüşüne karşılık bermeye başladım. Tyler bir tür tatmin duygusuna kapılmıştı. Elimi tişörtünün ucuna kaydırarak hafifçe çektim. Ne demek istediğimi anlamıştı. Öpüşmeye ara vererek doğruldu ve tişörtünü çıkarmaya çalıştı. İşte elime şans vermişti. Kendimi hafifçe geriye çekerek oturma pozisyonuna geçtim ve etrafa bakarak ne yapacağımı düşündüm.
Çadırın kapısı ile aramda Tyler vardı. Yan tarafımda sandık duruyordu. Ve zamanım nerdeyse tükenmişti.
Kararımı verdim ve Tyler'a yaklaştım. Tişörtünü çıkarmıştı. Dizlerim yere değecek şekilde dikeldim ve Tyler'ı öptüm. Tyler kendini bayağı kaptırmıştı. Bunu fırsat bilerek onun dönderdim ve yere yatırdım. Elleri yüzümü tutuyordu. Yinede üstte olduğum için kaçma şansım vardı. O ne olduğunu anlamadan başımı hızla çektim ve kendimi çadırdan dışarı attım.
Hemen buluzumun düğmelerini ilikledim ve çadırdan uzaklaştım. Ama sirk alanı yerine ters yöne, ormana doğru gittim.
Ormana girdiğimde kendimi güvende hissettim. Çok garip değil mi? İnsanların yanında kendimi yalnız hissediyordum ama ormanda güven içinde.
Arkamdan ayak sesleri geliyordu. Ben de koşmaya başladım. Bir çalılık buldum ve hemen arkasına geçip eğildim ve saklandım.
Hemen arkamdan Tyler en son durduğum noktada durdu. Çevreye göz gezdirdi, beni etrafta göremeyince omuzları düştü.
"Kızıl, nerdesin? Lütfen, senle konuşmak istiyorum." derken sesinde acı vardı. "Buria, lütfen." dedi. Eğer adımı kullanıyorsa kesinlikle olay ciddiydi.
Doğru olduğuna emin olamasamda kararımı verip saklandığım yerden çıktım. Arkası bana dönük olduğu için beni göremiyordu. "Seni dinliyorum," dedim duygudan uzak bir sesle.
Sesimi duyup hemen arkasını dönüp bana baktı. "Buria," dedi ve elini yüzüme doğru uzattı. Bana dokunamadan bir adım geri gidip elimi durmasını belli etmek için uzattım. Başını salladı ve elini indirdi. "Peki," dedi kısık bir fıltıyla.
"Ne söyleyeceksen söyle." dedim duygusuzca.
"Imm, nerden başlayacağımı bilmiyorum." dedi düşünceli bir tavırla.
"Baştan başla." dedim sertçe.
"Tamam, ama önce bir yere oturmak istiyebilirsin." dedi nazik bir ifadeyle.
"Böyle iyiyim, ne söyleyeceksen söyle." dedim kararlı bir ifadeyle.
"Tamam, bak söyleyeceklerime belki inanmayabilirsin ama unutma ben sana asla yalan söylemem." dedi gözlerimin içine bakarak, bir süre o şekilde kaldıktan sonra arkasını döndü ve kollarını kavuşturdu ardından konuşmaya başladı. "En başlarda sirkimiz daha küçüktü. Gösteri yapacağımız fazla çeşit yoktu. Zaten çocuklar küçük olduğu için gösterileri anne ve babalarımız yapıyordu. Yolumuz buraya, şuan olduğumuz şehre düşmüştü. Ama sirk alanı biraz daha ıssız bir yerdeydi. Ben o zaman 7 yaşındaydım.
"Birkaç gün burada kaldıktan sonra toplanmaya başladık. Yola çıkacağımız gece hava kara bulutlar ile kaplıydı. O geceyi çok iyi hatırlıyorum çünkü cehennemin dünyaya indiğini sanmıştım. Bulutlardan yeryüzüne doğru şimşekler çalıyor, gök gürlüyor ve fırtına esiyordu. Tam biz yola koyulmuşken bir kadın yola fırladı. Arabayı durdurdular. Anne ve babalarımız aşağıya indiler, bende pencereden bakıyordum. Sesleri zorda olsa duyuluyordu.
"Kadının kollarında korkmuş küçük bir kız çocuğu vardı. Kadın üstüne siyah yırtık bir pelerin giymişti ve çamura bulanmıştı. Taktığı kapşonun altından bir kaç tutam kızıl saç sarkıyordu.
"Kadın kollarında titreyen küçük kızı uzatarak, onu da beraberimizde götürmemizi istedi. Ailelerimiz önce red etti ama kadın onlara birkaç parça mücevher teklif edince ailelerimiz kabul etti ve kızı yanlarına aldılar. Kadın küçük kızı bıraktıktan sonra hızla geldiği yönde gözden kayboldu. Gitmeden önce sadece kuçük kızın ismini söylemişti.
"Ailelerimiz mücevherleri satarak sirki büyüttü ve çocukları büyüdükçe onlarıda gösterilere kattı.
"Küçük kız geldiğinde tek bildiğimiz ismiydi. Benim dışımda hiçbir çocuk onun sonradan geldiğini hatırlamıyordu. Ailemde bana söz verdirdiği için bunu ona hiç söyleyemedim." dedi ve bana döndü. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bir süre sessiz kaldıktan sonra "Sana bu sabah senin öz kuzem olmadığını düşündümü söylemiştim ya, aslında zaten öz olmadığını biliyorum. O küçük kız sensin Buria." dedi ve sustu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Druid Akademisi
FantasíaSirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici sirkin yolu Amerika'ya düşer. Buria her zaman ki gibi broşür dağıtırken garip bir adama rastlar. Adam önce kızın içini görmek istercesine sü...