*Geçmiş*
Yalan ve gerçek, bu ikisi arasındaki fark nedir? Genel olarak neden yalan söyleriz? İnsanları mutlu etmek, iradelerini zorlamak, kendimizi korumak, istediğimizi elde etmek, hoşlanmadığımız insanların bizden nefret etmesini sağlamak, hoşlandığımız insanların bizi sevmesini sağlamak, sorumluluklardan kaçmak, haklı çıkmak, haklı görünmek ve güçlü olmak, güç kazanmak için... Böyle sebepler yüzünden yalan söyleriz değil mi? Ama unuttuğumuz bir şey vardır, yalan her zaman onu söyleyen kişinin sinsi bir yılan gibi ayaklarına dolanarak onu önce dizleri üstüne düşürür sonra acı vererek yere düşmesine neden olur. Ardından boğazına dolanır ve onu boğmaya başlar ve sonunda da mutlak gerçek yaşanır ve en başından sonuna kadar söylediği her bir yalan onun sonu olur.
Peki gerçekler, gerçekleri neden söyleriz? Gerçeği söylediğimizde de aynı şeyler olmuyor mu? Aynı sonu yaşamıyor muyuz?
Gerçekleri iyi bir insan olabilmek için, vicdanımızın rahat olması için, gece başımızı yastığa koyduğumuzda rahat uyuyabilmek için söyleriz değil mi? Ya burada da tam tersi olursa? Ya birine kötülük etmek istediğimiz için ona doğruyu söylüyorsak, ya bizim yapamadığımızı yapsın diye ona yaptırıyorsak bu doğruları, o zaman ne oluyor? Yine söylediğimiz o gerçeklerin ucu bize dokunuyor. Her iki ihtimalde de biz kaybediyoruz. Tıpkı benim kaybettiğim gibi. Tıpkı şuan benim söylediğim yalan gibi. Boğazıma dolanıp beni boğacağını bildiğim halde söylediğim yalanlar gibi ama arada fark var. Ben sonunda bana olacaklarla ilgilenmiyorum. Ben sonunda onlara olanlarla ilgileniyorum. İşte bu yüzden de şuanda sorgu odasında bana sorulan hiçbir soruya doğru yanıt vermiyorum.
Çünkü ben adalet istemiyorum! Ben intikam istiyorum. Bedel istiyorum. Yaşadığımı yaşasınlar istiyorum. Onlarında içi benimki gibi cayır cayır yansın istiyorum. Bu yaptığım doğru mu, yanlış mı ilgilenmiyorum. Sadece istiyorum. Tüm kalbimle intikam istiyorum!
"Bakın kızlar sizin için zor biliyorum ama konuşmak zorundasınız. Bunu size kim yaptı söyleyin. Söyleyin ki yapanı bulup adalet önüne çıkaralım." Polisin dudakları arasından çıkan adalet sözcüğünü duyunca istemsiz olarak tepki verdim ve dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Küçük bir kıvrılmaydı ama bu ayakta dikilen diğer polisin gözlerinden kaçmadı.
Dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasının nedeni tam da benim istediğimi söylemiş olması aslında. Şuan karakolda bir sorgu odasında oturmuş bunları düşünüyorum çünkü. Ama bir farkla, onların ve benim adalet anlayışımız farklı. Hemde çok farklı. Karşımda çileden çıkmış iki tane polis memuru vardı. Bana sorulan sorulara karşılık olarak onlara boş boş bakmaktan başka bir şey yapmadığım için bu onları delirtmeye yetmişti.
Oda çokta büyük sayılmaz hatta küçük bile diyebiliriz. Ortada bir masa ve dört sandalye var. İkisinde biz oturmuştuk, Cemre ve ben. Diğerinde ise memurlardan biri oturmuş bir diğeri ayaktaydı. Ve yukarıdan sarkan bir ışık vardı. Tıpkı filmlerdeki gibi ama bir farkla biz zanlı değil kurbandık. Ve karşımızda cam vardı. Arkasından bizi izleyen diğer polislerle dolu, bundan eminim. Tam iki saattir bize sorular soruyorlar ama hiçbirine cevap alamıyorlar. Cemre söylemek istemişti ama ben izin vermedim buna. Zaten buraya getirilmeden önce söyleyeceğimi söylemiştim. Artık istese bile söyleyemez. Şimdiyse yanımda oturmuş sessiz bir şekilde gözyaşı döküyor. Ben mi? Ben sadece öylece bakıyorum. Hiçbir şey yok bende. Ne acı, ne göz yaşı, sadece hissizlik.
Yanan o binadan buraya getirilene kadar ne tek kelime konuşmuş ne de tepki vermiştim. Kimin çağırdığını bilmediğim itfaiye, ambulans ve polis araçları bina yanıp bittikten sonra gelmiş, perişan halde olan iki kuzeni alıp buraya getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİZİM HİKAYEMİZ
ActionGerçeğin peşinde koşarken yalanların esiri oluruz. Koşarken ayağımıza dolanan, Bir sarmaşık misali bizi boğan, O yalanların varlığını sorgularız. Geriye dönüp baktığımızda ise yalanlarla bezenmiş bir gerçekle karşılaşırız. Yolum, yalanlara bezenmiş...