BAKİRENİN KÖŞKÜ
'' Bu kıyafetlerinizin hali ne böyle?''
Son zamanlarda, beni her gördüğünde dehşete düşen Meyra'nın sözlerine kulak asmayarak Evren ve Armağan ile beraber büyük holden salona doğru ilerlemeye başladım. Çaktırmamaya çalışarak şaraba bulanmış pelerinimi ve kan lekelerinin sıçradığı eldivenlerimi, merdivenlerin başında bekleyen Umay'ın ellerine tutuşturdum. Beni başlarından attıkları bu uğursuz köşkte çalışan kim varsa, iyiden iyiye halimden şüphe duymaya başlamıştı. Elbette ki bu insanların içinde güvendiğim yalnızca iki kişi vardı ve onların olup bitenleri Kara Mücevher'e yetiştirmeyeceğinden adım kadar emindim, ancak diğerleri için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim bir kesindi. Gördüğüm herkese hiçbir şey olmamış havası vermeye çalışırken, geniş salonun kapıları ardına kadar açıldı. Nihayet kendimi kırmızı ve altın rengin hakim olduğu koltuklara bıraktım. Köşkten nefret ettiğim gibi, gösterişçi ve gereksiz şatafatlı salonundan da nefret ediyordum.
''İzem, sizinle gelmedi mi?'' Bana yetişmek için peşimden koşuşturan Meyra soluk soluğa kalmış, öyle ki kelimeleri bir araya getirirken tekrar tıkanmıştı. Yıllar anneme acımadığı gibi dadıma da acımamıştı. Tek fark,zamanın dadımın gençliğini gözlerimin önünde çalmış olmasıydı. ''O, ailesinin malikanesine döndü dadı. Sen neden arkamdan koşturdun ki? Biliyorsun fazla hızlı hareket etmemen gerek.'' dedim. ''Size Kara Mücevher'den bir parşömen geldi bugün. Belki önemlidir diye tüm gün dönmenizi bekledim. Ayrıca kapıdan içeriye girdiğinizde korkunç görünüyordunuz... Merak ettim.''diye yanıtladı. Kaçamak bir şekilde Evren ve Armağan'a viski ikram eden çalışanlara baktı. En az benim kadar dadım Meyra da köşke bizimle beraber taşınan çalışanlara güvenmezdi, ama yine de sormak için bekleyememişti. ''Abartıyorsun, bir şey olduğu yok dadı. Kızıl ormanda at biniyorduk. Biraz çamura battık hepsi bu.'' dedim gülerek. Yaşlılığın getirdiği titreyen ellerinden parşömeni aldım ve bir çırpıda okumaya başladım. Armağan'ın yeşil ve bal rengi karışımı sorgulayan gözlerine bakarak'' Kraliçe'nin doğum günü eğlencesi için bir davet.'' diye mırıldandım isteksizce.
''Kim davet etmiş peki?''
''Babam...''
'' O halde reddetmek gibi bir seçeneğiniz yok, gitmelisiniz.''
'' Neden redde deyim zaten? Tabi ki gideceğim. Eminim, İzem için de bir davetiye gelmiştir. Eve döndüğünüzde siz de bir bakarsınız.''
Armağan cevaben gülümsemek ile yetindi. Diğer insanların içinde aramızda aptal bir resmiyet olmak zorundaydı. Çoğu zaman bu durum bizi sıksa da eğleniyorduk. Hepsi çocukluk arkadaşımdı, Kara Mücevher'in bahçesinde birlikte büyümüştük... Evren hariç. Evren şato için Vanta'dan özel kumaşlar getirten tüccarın haddinden fazla uzun boylu,cılız oğluydu. Bu düşünce beni güldürmüştü. O zaman ki hali gözümün önüne geldiğinde karşımda oturan düzgün yüz hatlarına ve güçlü kol kaslarına sahip, geniş omuzlu, sarışın genç adamın o olduğuna inanamıyordum. Düşüncelerim maziye doğru yol alırken, Evren'in viskisini bitirdiğini ve gitmek için hazırlandığını ancak fark edebildim. ''Kraliçe'nin doğum günü ne zaman peki?'' diye sordu Evren ayaklanırken. ''Yarın akşam.''diye yanıtladım.'' Eğer benim ailem için de bir davetiye geldiyse, yarın akşam yeniden görüşmek üzere Prenses.'' dedi ve elime hızlı bir öpücük kondurdu. Armağan da peşi sıra salondan ayrıldı. '' Umay sizin için banyoyu hazırlatmış.'' dedi Meyra onlar çıkar çıkmaz. Hemen ellerini tutarak '' Etrafta kimse kalmadı. Kaç kere söyleceğim yalnızken bana siz diye hitap etme diye.'' Gülümsedi. Bonesinden tek tük firar eden beyaz saç tellerine dokundum;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL ANKA
FantasyBu roman, gerçek kişilerin karakterlerinden ve onların yaşamlarından ilham alınarak kurgulandı. Sonsuz teşekkürlerim ile yalnızca, kalbinin üst rafına kaldırmaya cesaret edebilenlere. ANKA'NIN VARİSİ TANITIM Kızıl Anka, aşk üçgeni ve baba - kız çatı...